The individual has always had to struggle to keep from being overwhelmed by the tribe. If you try it, you will be lonely often, and sometimes frightened. But no price is too high to pay for the privilege of owning yourself...

Nietzsche

19 Ocak 2016 Salı

Evrelerini sevdim, çıkar onu bebeğim!

“Bazılarımız dayanmanın bizi güçlü kıldığını zanneder. Ama bazen bizi güçlü yapan bırakmaktır.” Hermann Hesse

Bu cümle beni etkiledi evet. 20'li yaşlarım tükenmiş ve kendimce bir devrin sonuna gelmişken, şu günlerde 20'li yaşlarımdaki hırslarımı, ihtiraslarımı, inatlarımı, hınçlarımı, öfkemi, nefretimi, huzursuzluğumu düşünürken buluyorum kendimi. İnanın çoğu da çok saçma geliyor. Neden bu kadar takılmışım ki… Bırak!

Geçenlerde beni uzun yıllardır tanıyan bir arkadaşım "bir laf vardır bilir misin let it go, biraz bırak artık" demişti. Gururla söyleyemeyeceğim, hayatımda hiçbir şeyi bırakmadım. Gururla söyleyemeyeceğim çünkü bu bırakmama hali bir yandan hayatıma harika bir erdem ve disiplin katarken bir yandan beni mahvetti, yıktı, bitirdi. Örnek vermek gerekirse hayatta her işimi tek başıma hallettim ve hiçbir zaman “yapamıyorum” demedim, diyemedim. Bugün iş hayatımda iyi bir pozisyonum var ise bunu bu bırakmama kafasına borçluyum. 

Ne güzel işte, sakın bırakma diye düşünebilirsiniz. Ancak öyle değil, bıçak iki taraflı (beyblade.gülücük.). Bana kazık atan kimseyi boş veremedim mesela. Hayatıma giren kimseden rahat rahat vazgeçemedim. Herkese inatla bağlandım. Aslında burada “sevgilik” ilişkilerimden bahsetmiyorum. Genel insan ilişkilerim böyle şekillenmişti. Ben ona böyle imtina ederken, o nasıl..?
 
Ama tabii dibini görmeyen de sevdiğini göremesin değil mi?

İlişkide terk etmekten korkmadım aslında ama yine de bu terk edişlerin bile bir anlamı olması gerektiğini zannettim. Bu sabahların bir anlamı olmalı gibi. İnsanların hayatının bir parçasısın ya hani, insan hayatının parçasından nasıl vazgeçebilir diye düşündüm. Sen gitmek istesen bile bazen senin gitmene izin verilmemeli ve sensiz devam edilmemeli gibi tutarsız bir saçmalık. Oysa öyle değil. Elbette insanlar devam edecek, sensiz bir hayatları vardı daha önce, bundan sonra da sensiz devam edebilirler.

Böyle yarı bencil varlığımla elbette ki yukarıda belirtmiş olduğum özlü sözü de kendi hayatım açısından değerlendirdim. Doğru olan geçmişe takılmak, öfke duymak ve kin gütmek değil. Bu seni yıpratıyor, daha fazla üzüyor ve en önemlisi devam etmene engel oluyor. 

İnan bana günün sonunda herkes devam ediyor. Etmeli de zaten.

Hayatımın birlikte son bulacağını düşündüğüm ve böyle olmasını da arzu ettiğim kişiyi hayatımdan çıkardıktan sonra ben de Kübler-Ross modeli denen “yasın beş aşamasından” geçtim.

1. İnkar
Yok canım arar o beni, saçmalama gidip orada birini bulacak değil ya, ne demek ayrıldık, yok öyle bir şey, hem zaten bu kaçıncı ayrılık….

2. Öfke
Nasıl beni aramaz? Nasıl birlikte olmak istemez? Nasıl beni özlemez?
Belasını versin! Hayvan! Yazıklar olsun! Geber!
Benim mutlu olmam gerekiyordu, karma, onun değil…

3. Pazarlık
Tamam, yeter ki gelsin, söz daha güçsüz bir kadın olacağım, ipleri onun eline vereceğim.
Tamam, barışmayalım ama görüşelim, birlikte vakit geçirelim.
Tamam, benimle olmasın ama kimseyle de olmasın o da yalnız olsun…

4. Depresyon
Uyku, sadece uyku.
 
5. Kabullenme
Bitti. Biliyorum bir daha gelmeyecek ve gelmesi de doğru değil zaten. Çok kırdık birbirimizi, yorduk. Artık birlikte güzel değiliz. Başkasıyla birlikte olmak istiyorsa da başkasıyla birlikte olmalı.

2 Kasım 2015 Pazartesi

Güdü

Üzerime uzanıyor, tüm bedeni örtüyor vücudumu, ağırlığından nefes alamıyorum. 

Eskiden çok zevk aldığım şeylerin hiçbiri hoşuma gitmiyor.

Bana dokunmasını dahi istemiyorum.

Tavana bak, tavana bakma, kapat gözlerini, kapatma gözlerini... hadi şimdi inle de bir şey beceriyor zannetsin.

Bazen uyuyor numarası yapıyorum.

Bazen kaçamıyorum.

Kasıklarımın acısı dışında hiçbir şey hissetmiyorum.

Sonra sarılıyor, nefes alamıyorum.

Sırf bir şey hissetmek için kendimi kasıyorum.

Yapamıyorum. 

Kapıyı çekip çıkmak istiyorum.

Ardıma bakmadan kaçmak.

Ama biliyorum gidersem, gidebileceğim tek yer o üç başlı şeytanın ini.

Şeytana koşmamak için kendimi yavaş yavaş yok ediyorum.

Ölüyorum.

 

30 Aralık 2014 Salı

Şimdi ben oldum mu, doldum mu?

Yıllar yıllar süren çileler, bildiğin çile ayol "mobbing" falan diyerek afillileştiremeyeceğim durumları. Paspaslık, pespayelik, uykusuzluk, stres, acımasız aylar hatta yıllar derken...

Ofissel yılbaşı münasebet konuşmalarımız tüm hızıyla sürerken, artık ayrılanın, yeni gelenin haddini hesabını tutamazken, bir toplantı odasına çağrıldım.

Kendimden bahsetmekten aslında hiç hoşlanmam, uzuuun uzun anlatmayı da sevmem. Bir gün ünlü olsam nasıl ropörtaj verirdim hatta hiçbir fikrim yok. Bu nedenledir ki ilk buluşmalardan da, iş görüşmelerinden de nefret ederim. Her ikisinde de yalan söyleyemem, köpek gibi çalışırım mesela ama bir iş görüşmesinde asla "ben çok çalışkanımdır" veya " en kötü özelliğim mükemmeliyetçiliğim" gibi bir cümle çıkmamıştır ağzımdan.

Herneyse yeterince benden bahsettik bence (bunu diyen de blog yazarı ay haspam!) 

Deriden sabit bir koltuğa oturtuldum, uzun toplantı masasında bir kenardayım. Ne düşündüğümü sordular, yeni yıldan beklentilerimi... Bunu soranlar da şu güne değin bir tek kere "iyi misin" dememiş patronlardır. Dedim harikayım yeni yıl beklentim de full partilemece, über mutluluk, bir de önümüzdeki sene kanuni hakkım olan izinleri kullanabilirsem biraz seyahat edeceğim. (Allah belanı versin şarkısını koydum teybe (! evet teybe, hayal alemimde 90 lardayım). 

Elbette ki bunların hiçbiri konuşulmadı, "daha da iyi işler yapacağım bir yıl olsun" tarzı über politik cevaplarla yola devam ettim. Dediler, biz seni seviyoruz, biz seninle daha güzel şeyler başarmak istiyoruz, sen artık bu ekibin bir parçasısın... vb. vb. vb. İnsanlar yıkama yağlama yapmak istediklerinde ne kadar güzel cümleler dökülebiliyormuş ağızlarından. Aynı heriflerin "hadi şimdi siktir git" diye milleti odalarından kovduklarını bilmesem, kulaklarımla işitmiş olmasam inanacağım bu samimi açıklamalarına.

Neyse efenim uzun bir süredir birlikteymişiz, artık zamanı gelmişmiş, dabadabadbabaaaadd

Ben bugün senior oldum sayın seyirciler. Bizim camiada "kıdemli" demek işte. Senin yıllar içinde kıdemlendiğini gören büyük krallıklar sana taç takıp, başka bi yerinden sikmek için hazırlık yapıyor anlayacağın. Maaşsal kölelik evet ancak onu da bulamayan niceleri olduğundan bu hususta atmaca tutmaca yapmayacağım. Eleştirmeyeceğim, çünkü bi zamanlar şu hayatta tek istediğim şey buydu.

Çenemi tutmalarımın, sabretmelerimin, susmalarımın, sinir krizlerimin, mutsuzluklarımın, tüm olumsuz koşulların, huzursuzluklarımın ve elbette ki hayallerimin ve çalışmalarımın sonucunda ben bugün başardım. Ya da daha doğrusu bir yerden birileri bana başardığımı söyledi, sağolsunlar. Ama ben bilemedim şimdi ben oldum muu? doldum muu?

Selametler olsun, mutlu yeni bir yıl diler, geçmiş noeliniz kutlarım (bozulmaca olmasın ben noel kutluyorum).

2 Mayıs 2014 Cuma

Hanımkızım ne yapıyorsun sen?

Herkes hayatı istediği gibi yaşamalıdır, evet. Özgürlük pek önemlidir, doğru. Kimsenin kimseye karışma hakkı yoktur, kesinlikle. 

Ama, fakat, lakin bu küçücük kızlar böyle ne yapıyorlar kendilerine?

Bence herkesin hayatla ilgili az da olsa kuralları olmalıdır. Kurallar hayat kurtarıcıdır. Çizgiler önemlidir, pişmanlıkları azaltır. 

Hani ben sana her gün başka herifle yatma demiyorum da böyle iğrenç yavşaklarla yatma be güzelim. 

Bilemiyorum, şimdi bazı şeyler daha mı farklı? Gitgide bir yozlaşma mı var? Bizde de herşey bu kadar kötü müydü emin değilim.

Ama şunu biliyorum ki, mesela iki dakika önce başkasına yazan adamla yatmadım hiçbir zaman. Kendime saygıda kusur etmedim en azından. Çünkü boşuna sövüp, söylenme; sen kendine saygı duymazsan eğer, kimse sana saygı duymaz. Biraz saygı görmek istiyorsan, sen önce kendine saygı duyacaksın. Duymalısın da. 3 kuruşluk adamların ağzına muhabbet, altına sakız olmana gerek yok! Güzel kızsın velhasıl, akıllısın da.

Bunu kendine yapma!

Sex delisi misin sen? Ne gerek var.

Her zaman kendimi alakasız ve karışık kuruşuk ortamların içinde bulmak konusunda bir yeteneğim olmuştur. Nerede saçma sapan bir ortam, orada ben. Felaketleri üzerine çekenlerdenimdir. 

Genelde kimseyi hareketlerinden dolayı eleştirmem çünkü kendimin de eleştirilmesinden pek hoşlanmam. Bilemiyorum zaten kim hoşlanır da? Beğenmeyen küçük oğluna almasın değil mi?

İşte böyle böyle saçma sapan ortamlarda son dönemde çok fazla saçmalığa maruz kalmaya başladım. 

Adam demeye bin şahit istenecek yavşak, hayvan, iğrenç bir herif ortalıkta dolanıyor, artık kime şansı tutarsa. Böyle tipler var evet. Bir ortamda varlık amacı tamamiyle "kimi götürebileceğim acaba"ya dayalı bir aç tip var kesinlikle. Ve sen hanımkızım bunu bile bile, göre göre o adamla yatıyorsun. Herkes başından savuyor, herkese yavşıyor sen onu ödüllendiriyorsun resmen. Hiç mi sevilmedin be güzelim? Neden kendinden bu kadar çok nefret ediyorsun?

En az 30 kişinin olduğu salonun ortasında, 2 kişi arasında kalması gereken bir şeyi ortalıklara saçıyorsun... ne gerek var be? Ne yapıyorsun sen?

14 Nisan 2014 Pazartesi

10 yıl be 10 YIL

18 yaşımda şehir değiştirdim. İzmir'den kalkıp İstanbul'a geldim. Beni orada tutan pek bir şey yoktu. Buraya çağıran da yoktu ama Üniversite dedik, okul, bölüm, hayat... ver elini İstanbul. İlk başta çok bir şey anlamadım, ilk zamanlar Anadolu'dan gelip Haydarpaşa'da inmiş Emine yavrusu Kezban misali korkaktım. Hangi dolmuşa binmem gerektiğini bile en az 5 kişiye sorardım.

Okulun ilk günü bir çocukla tanıştım. Hatta o Amerikan filmlerindeki sahneler gibi oldu, ders boyunca beni kesti, kesti, kesti... Ben de gülümsedim, gülümsedim... Ders arasında da geldi benimle tanıştı. O zamanlar tabii henüz aşk meşk işleri biz de gelişmemiş. Yaniii yazlıktaki diskotekte bir kaç kısa-masum öpüşmemiz var ama o kadar. O yıllar, kendi hayatımı bir arada tutabilmek için öyle çaba gösteriyordum ki, fanfinifinfon yapacak vaktim yoktu. Düşünün kendi çamaşırımı kendi yıkayan, ütüsünü bile kendi beceren biriydim daha 13-14 yaşında… Yalnız büyüyen çocuklar da başka bir yazının konusu olsun.

Neyse tanıştık biz, daha o gün derslerde yan yana oturmaya, aralarda bahçeye birlikte çıkmaya başladık. Birkaç kişi daha var yanımızda (tabi o İstanbullu, aynı liseden insanlar var tanıdığı) ama benim göz hiçbir şeyi görmüyor. Aptal aptal kıkırdıyorum, of yine çok konuşuyorum. Ne zaman zaten heyecanlansam, hep çok konuşuyorum. Hala kendimi “yeter, bi sus artık” diye uyarırken bulurum bazı bazı. Gün bitiyor, okul da o zaman öğlene kadar falan ah ulan ne rahatmış Üniversite. “Aşağı yürüyecek misin” diye soruyor. gerizekalı gibi “evet bilmemne dolmuşuna bineceğim” diyorum. (Mal karı desene gel şurada bir kahve içelim, tabiii daha starbucksa girsem ne sipariş veririm bilmiyorum, yeniyiz be biraz da safız işte, ürkeklik de cabası… Ah o ürkekliğin bi gıdımının şu an içimde olması için neler vermezdim. Daha az yaşasaydım be, daha az sıçılsaydı ağzıma da bu kadar güçlü olmayaydım. İyi halt oldu öf)

Tam bir centilmen bu arada, türünün son örneği, benimle dolmuşa kadar yürüyor, bindiriyor falan. Ah be evladım, hadi ben geri zekalıyım, bari sen gel bir şey yapalım de… Gerçi mal gibi kesin “yok ben eve gideyim” falan da derdim, nasıl bir Kezban Paristelik aman yarabbi!

Günler arkadaşlığı güçlendiriyor ama serçe parmak, serçe parmağa değmiyordu hani… Ben onun arkadaşlarıyla tanışıyorum, artık 8’den önce eve gitmiyorum. Bak sen bakbakbak 8 ahahahah :) (dipnot- aileden yadigar evde yalnız yaşıyorum, aklımın ucundan geçmiyor “gel bize film izleyelim” demek. “GERİZEKALI!!!) O da aynı süt çocuğu tabiii, eve bırakıyor, o göt oğlanları gibi, “bana kahve ikram etsene ekiekieki” yapmıyor. Haaa gezmelerimiz de madoda dondurma, pizza hutta sınırsız pizza ahahahaha.

Ben tabiii, İzmir’de falan da hep erkeklerle dolandığım, onlarla arkadaşlık ettiğim için fingirdemeyi bilmiyorum, hep bir “naber kanka” ayaklarındayım. Ne yapayım, içimden ölüyorum da dışardan ne yapacağımı bilmiyorum. Bazen bunların yolunu yordamını gösterecek birileri olsaydı keşke demişimdir. Hala erkeklere yanaşmanın doğru yolunu bildiğimi söyleyemem. Neyse bu da daha başka bir yazının konusu olsun.

Bilmemne şarkısını çok sevdiğini söylüyor, ben eve gidip döne döne o şarkıyı dinliyorum. Ölüyorum, açılamıyorum. İlk aşkımı 18-19 yaşımda yaşadım böylelikle sanırım, herhalde başka şeyler yüzünden onu da bekletmiştim, şimdi rahata erince yaşıyordum çılgınlar gibi ve kendi kendime (GERİZEKALI!!!). Ergenler gibiydim, açılırsam beni reddeder, bir daha benimle konuşmaz, alay eder benle falan diye düşünüyorum. Ulan Hukuk Fakültesindeyiz be ne alayı, ne bu ergen tavırlar pof. Gidin eve, sevişin işte aptal.   

Bu arada hayat mükemmel gidiyordu. Okuldan başkalarıyla da arkadaş olmaya başlamıştım, neredeyse 10 kızdan oluşan bir kız grubum da vardı. Koloni gibiydik ve bir nebze popülerdik. Yani okulda tanınıyorduk diyeyim. Eee 10 tane kızı bir araya koyarsan tanınırlar tabii. Seç, beğen, al misali. 2. döneme gelindiğinde, başımda izin alacak kimse de olmadığı için paso geziyoruz, kadıköy senin taksim benim. Biralar gırla gidiyor. Barlardan çıkmıyoruz :) Ev tutmuş başka kızlar da var onlarda falan da kalıyorum hep. Aşk hala içimde gırla devam ediyor tabii. Aynı arkadaş grubundayız hem zaten, kızlı-erkekli ooo!!!... (Üniversite boyunca da hep aynı arkadaş grubunda kaldık zaten)

Neyse, kızlarla Melekler kahvesine gidiyoruz, fal baktırıyorum. “Bu çocuk senin arkadaşın, seni beğeniyor” diye çıkıyor falımda ben ölüyorum, ölüyorum. Kızlara bile hislerimi anlatmam uzun zaman aldı. Onlara da gerçeği anlatamadım hatta, işte ilk tanıştığımızda bir şey hissetmiş gibiydim ama sonra çok iyi arkadaş olduk falan filan diye kıvırtırdım hemen. Pek bir şey demezlerdi, inanırlardı hikayeme.

Olayların buralarda tam olarak nasıl geliştiğini hatırlamıyorum. Anlatmaya kalksam büyük ihtimalle kendime doğru çekerdim, o yüzden çok düşünmüyorum. Ama ilk senenin sonlarına yaklaşmıştık. Bütün sene gezen, tozan bizler için sınav dönemi acımasızdı. O, üst sınıflardan alakasız bir kızla samimi olmaya başlamıştı. Kız büyüktü, buna “kardeşim” falan diyordu. Bu da kıza hayran hayran bakıyordu işte klasikimsi bir hikaye. Ben zaten İstanbul kazanında yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştım. Ürkeklikten eser yoktu, uyuşturucu vardı, alkol vardı, tanımadığım yerlerde uyanmak vardı. Geceden kalma saç baş vardı, akmış makyaj vardı. Çok şey vardı, hiçbir şey yoktu. Aramızda bir boşluk açılmıştı ve sanki her gün biraz daha uzaklaşıyorduk. Bazen ben selam vermesem, o vermezdi bile. Uçurumun biraz kenarındaydım ama dostlar elvermedi düşmeme, sağ olsunlar, var olsunlar.

O iyi kızlar, beni iyi yaptılar, hakikaten topladılar beni. Okulu onlar sayesinde bitirdim derim mesela hep. Çoğuyla da hala görüşürüm. O dönem o kadar iyi anlaşıyorduk ki, kızlardan birinin yanına taşınmıştım. Okulun 2. senesinde benim de biriyle çıkmaya başlamamla artık bizim oğlanla tescilli arkadaş idik ama garip bir şekilde eskisi kadar yakın değildik. Yani diğer kızlarla daha bir yakındı sanki, ya da benim sevgilim var diye mi öyle yapıyordu of hiç anlayamadım. Yıllar içinde “tamamen benim fikrim olmakla beraber” sevgilime de mesafeli davrandığını düşünüyorum. Kaldı ki ikisi de fanatik bir şekilde aynı takımı tutmaktaydı. Hani en azından oradan birkaç konuşma yapmaları gerekiyordu ama 3 yıl boyunca “naber abi”, “iyi abi”den öteye gitmediler. Gerçi erkekler galiba öyle biraz, onların yakın arkadaşlığı da böyle, ya da adamı sevmedi aman ne bileyim hahah :)

Öğrenci evi bizimki olduğu için hep bizde toplanılırdı, herkes bize gelirdi. Hele sınav dönemleri… 10-15 kişi yatardı evde dönüşümlü olarak. Bir grup kalkar çalışır bir grup yatar falan. Böyle gecelerde, odamda, yatağımda yatmışlığı vardır ama hiçbir zaman ne ben ona yanaşmışımdır, ne de o bana. Yine “tamamen benim fikrim olmakla beraber” diğer herkesten daha mesafeli davranırdı bana. Sevmese yani haz etmese benden, herhalde evime gelmezdi diye düşünüyorum ama ben daha yakın arkadaş olmak istesem bile o hep mesafesini korudu. İlk zamanlardaki yakınlığımızı hep özletti bana. Bazı geceler politik tartışmalar veya sınav geceleri en çok biz oturduğumuzda küçük anlara birkaç derin muhabbet sıkışmıştır ama o kadardır. O Freud hastasıydı, ben Nietzsche…

Yıllar içinde o üst sınıftaki kıza hayranlığı devam etti ve hatta diğer herkesin dikkatini çekecek boyutlara ulaştı. Kız da tam şu “herkes beni beğensin ama ben kimseyi beğenmeyeyim”cilerden. Bizimki de kızın yanında pervane. Bizim çocuklar her fırsatta “oğlum sen ne yapıyorsun, bu kız seni kullanıyor” modlarındalar. Bizimki her sefer “abi öyle değil, siz bilmiyorsunuz…” (ANLAYAMAZSINIIIIZZZ!!! hah! yesinler) Ben hem iyi bir arkadaş olduğum için (başka bir ton kötü özelliğim olabilir ama kesinlikle iyi bir arkadaşımdır), hem kimsenin bu kadar üstüne gelinmesine katlanamadığım için, hem de biraz hep içimde olan o ufak, hiç yaşanamamış duygular için savunurdum onu. “Size ne” derdim. “Onların ikisinin arasında olan şey” derdim. Onlar da “biz arkadaşımıza yardımcı olmak istiyoruz, olmaz böyle şey” derlerdi. Sürüp giden bir konuydu bu yani. Bizimki hep sessiz kalırdı, kızı görünce de fino köpeği gibi yanına giderdi. Belki diğer erkeklerin hazmedemedikleri buydu…

Son senenin son dönemine gelindiğinde ev arkadaşımın sevgilisiyle de bu kanka olduklarından ooo bizden çıkmıyorlar resmen. İkimizde bekarız, yıllar sonra. Gerçi o yıllar boyunca hep bekardı da, kaşar olan bendim hah neyse. Gece saat bilmem kaçtır ararlar “şarabı aldık geliyoruz” diye. Ben her gelişinde bu sefer bir şey olur mu dersin be kızım diye kendi kendime heveslenirim. Şöyle bir anda gaza gelinse, yıllar önce de şöyle böyle diye itiraflar olsa diye aptal hayaller işte. Hahah hiç olmadı.

Ardından hepimiz mezun olduk. 6 yıl oldu ama arkadaş grupları, mesleki mecburiyetler, adliye koşuşturmacaları derken hep karşılaştık. Hep konuştuk, birbirimizden haberdar olduk. Dünya küçüktür. Ne zaman sorsalar “hiç içinde kalan biri oldu mu” diye. Hep aklıma geldi. Kimseye de anlatmadım. Onu hiç tanımayan insanlara dahi anlatmadım. Belki çok kötü olurdu ilişkimiz, belki hiç yürümezdi ama insanoğlu işte hep olsa ne olurdu, nasıl olurduyu merak ediyor.

Şimdi bu kız niye bunları anlattı diye düşünüyor olabilirsiniz. Geçenlerde bir sosyal medya mecrasından eklemiş beni. Naber napıyosun muhabbeti yaptık. Askerdeymiş (başka bir sosyal medya mecrasından dolayı biliyordum aslında) neyse 10 günü kalmış. Haftaya gelecekmiş. Bir rakı yapalım izmirliiii dedi. Ne dersiniz olur mu?  

4 Mart 2014 Salı

Dayanmanın sonu

Aylar geçiyor, bazen yıllar... Hele bazı günler dayanılmaz oluyor. Ne sabah kalkmak istiyorsun, ne de evden çıkmak. Karanlık bir odadaki bir küpün içine girmek tüm klostrofobik dengesizliklerini açığa çıkartıyor biliyorsun. Keşke deprem falan olsa da bugün işe gitmesem dediğimi bilirim, zavallı gibi, psikopat gibi, çaresizce...

Saatleri sayıyorsun, günleri, haftaları... Yılbaşı gelsin süper olacak diyorsun, biliyorum olmuyor. Yaz gelsin diyorsun, alana kadar burnundan getirilen bir haftalık tatil de "yaaaağğğ Lia Hanaaağğğmm bişey sorcaaaağğğm"diye arayan mal gerzeklerden dolayı rezil ediliyor. Çünkü senden başka kimse birini rahatsız etmeden önce 50 saat kendi kendine sorun çözmeye çalışmıyor.

Bir şekilde de her sorunu çözdüğün için her sorun senden soruluyor, hep. Duruşmaysa sen, gümrük sen, dilekçe sen, ihtar sen, itiraz sen, mektup sen, her iş üzerine kalan sürekli sen, sen, sen.

Hep iş düşünüyorsun, hep iş yapıyorsun. Devlet kurumlarına bağlı lanet bir işin olduğu için de sürekli sürelerdesin. Süreler kovalıyor seni. Ya bilmemneyin bilmemnesi süresini kaçırdıysam diye gece uykularından panikle uyanıyorsun. En ufak bi rakam hatası ölümcül sonuçlar doğurabiliyor. 50 milyon şeye dikkat edip, katrilyonuncu işinde uffacık bir hata yapsan odalara çekilip, "neden böyle oldu?" sorularına maruz bırakılıyorsun. 

Hayat berbat, ülke felaket, gündem rezalet derken yorulduk be... dayanamıyoruz artık. Hiç sonu gelmeyecek mi bunların?

26 Kasım 2013 Salı

Yepisyeni

Paraya ihtiyaç duyduğumda kısa sürede satıp para ihtiyacımı karşılayabileceğim değerli hiçbir şeyim olmadığını farkettim. Bu farkındalık da trajikomik olaylar silsilesinin son halkasıydı aslında. Efenim yaşadığım evden kovuldum-yani neredeyse kovuldum-yok yok tevazuya lüzum yok resmen kovuldum. Zaten 2+1 evde, o, erkek arkadaşı ve ben olarak 3 kişi yaşıyorduk... Bir gün ortada hiçbir neden yokken "biz artık abuzittinle sadece ikimiz birlikte yaşamaya karar verdik, yani senin evden taşınman senin düzenini bir an önce kurman açısından da iyi olur" mesajı. Aslında mesaj bile değil watzup'tan yazıldı, yani kısa mesaj ücreti bile ödenmedi bu bilgi paylaşımı için. Çok ucuzumdur hep söylerim...

Kısa süre önce iş değişikliği yaptığım için işten "ben ev arayacağım" diye çıkıp gezinme şansım da yok. Hay canını yediğim abuzittin. Öğreteni bulsam "sevgili yapınca feleğini şaşıran bağyanlar" konusunda doktoraya kadar giderim. Bu hususta öğrenme açlığı ile nasıl yanıp tutuştuğumu bilemezsiniz. Bir ilim, bir irfan yuvası arıyorum, eğitim şart!

Neyse saçma sapan emlakçılarla, saçma sapan evler, ahırlar, izbeler, mağaralar, rezidanslar(!)- evet rezidans ben adama ödeyebileceğim kira limiti şu kadar diyorum, adam bana rezidans gezdiriyor gerzek- gördükten sonra bir şekilde başı sokacak delik buldum. Haydi taşın, haydi yerleş, haydi temizlik, haydi kop kop derken ev kadınlığında nurhayat'la kapışmak ile seda sayan izleyicisi olmaktan bir tık aşağıda bir yerlerde konuşlandım.

Çok ilginç bir semte taşındım, oldukça eski istanbulumsu ve hipstırlar haftasonları ellerinde nikon, canonlarıyla bu tezimi kanıtlarcasına dolanıyorlar. Köpek gezdiren yaşlı teyzelerle sohbet eder oldum. Geçen gece 3 sularında sigara almaya çıktığımda işe çıkmış kadın-adamların çaldıkları ilginç ultraarabesk şarkılarını dinledim.

Şehri severim, şehrin saçma yerlerinde, kozmopolit yaşamayı daha da bir severim. Ne yapalım paramız vardı da etiler-ulus-bebekte üç beş tur atmadık mı? Şahsi fikrimce kimse şehrin tek bir semtinde tüm hayatı boyunca yaşamamalı. Hatta gerekli imkan yakalanıyorsa ve biraz da cesaret varsa kimse hayatı boyunca tek bir şehirde yaşamamalı. Uww zengin mavraları atıyor demeyin, 16 yaşımdan beri bir şekilde kendi başımın çaresine bakıyorum. Bulaşıkçılıkla başlayan hikayemde belli mi olur belki benim de bir gün bir ufak barım olur, bir biramı içmeye gelirsiniz.

Hayata erken terk edilmelerle 1-0 geride başlamalar, ilerki yıllarda sorunlar üstünüze üstünüze geldiğinde hepsinin üstesinden tek başına gelebilen güçlü bir birey yaratılmasını tetiklemiş. Bir de hayatım zaten hiçbir zaman bir tek dert çıkarmadı benim karşıma, geliyorsa hepsi birden gelecek diye oybirliği yapılmış sanki yukarıdan.

Neyse bazı değişiklikleri yapabilmek için biraz daha cesaret ya da aslında bir ittirilme gerekiyormuş. Bak şimdi çok da şirin bir evim oldu, banyodan çıktığımda da çıplak dolaşıyorum oh! Hahahah şaka be şaka, çıplak mıplak dolaşmıyorum da yani hani istesem yapabilirim :) bir sürü dvd aldım, kitap aldım, içine 20 tane falan şarap sığan bir ufak şaraplığım bile var. İstediğim müziği açıyorum, elektronik zırvalar yükselmiyor artık evden, bangır bangır rock yapıyoruz. Geçen bizim çocuklar kaptı gitarları geldi müzik yaptık. Çok da güzel oldu.

Yakında misafirperverlikten börek açmaya başlayacağım korkusu, halihazırdaki tek sıkıntım. Onun harici ben ve diğer 6 kişiliğim çok çok iyiyiz. Teşekkürler Türkiye :)

18 Kasım 2013 Pazartesi

Gibi


Aslında hikayenin tam olarak nerede başladığını hatırlamıyorum, veya hikayenin neden bir türlü başlayamadığını. Seni hep sevmiştim diyemem ama içimde evet HEP bir şey vardı. Sen yapamam dediğin günden beri dipte bir yerlere gömdüğüm o şeylerden işte. Şimdi bir mezar kazıcısıyım adeta. Örtüyü kaldırmak istiyorum, evet çünkü ben bu örtüyü kaldırmak istiyorum. Herşey sadece bu istekten ibaret. Eğer yaşanması gereken bir şey varsa ve birileri onun yaşanmasını yokuşa sürüyorsa tutmayın küçün eniştenizi...

Fakat bir zamanlar birazcık da olsa sevilmiş biri olarak, en azından sevildiğime inandırılmış biri olarak bunun herhangi bir gerçeklik boyutu olmadığını da biliyorum.
Söylenilen aşk sözlerinin doğruyu yansıtmadığını, 
Aslında ne yazık ki olduğunu sandığın şeyin yarısı bile olmadığını da...
Dokunuşundan anlıyorum, hunharca davranışlarından

Kıymak ve kıyamamak arasındaki boyut farkı işte, düşünce farkı.
Damarın değil de etin peşine düşmek işte,
Adi bir çakal gibi, leş kargaları gibi...

26 Eylül 2013 Perşembe

tüketmek zamanı şimdi!

1 gece için mükemmel bir insan olabilirim. 1 gece için hayallerinizdeki kadın, insan, dost, sevgili, can, ciğer...

Herşeyi tek bir geceye sığdırabilirim, ve bu sığdırmayı yapabilmek için de var gücümle koştururum. Sanki sabah olduğunda balkabağına dönüşcekmişim gibi, fazla zorlarım. Keşke normal zamanda o 1 gecenin 1/10'i kadar adayabilsem kendimi hayata.

1 şeyi istememin yetmesidir sahip olmam için. İsteyince olur, olmak zorunda. Ama peki ya elde edince? İstediği oyuncağa sahip olan küçük çocuk şımarmaları... Sıkılmacalar.

Vazgeçmeyi bırak, dizginleyemediğim en kötü huyum. Ama ah o adrenalin, ah o vücudumu baştan ayağa titreten duygu akışı... Karşı tarafın kim veya ne olduğunun da önemi yok. Her şey bende ve her şey benimle ilgili.

Sonra hikaye hep aynıya sarınca, "tut elimi", "seni şu an çok öpmek istiyorum", "ben hayatımda senin gibi bi kız tanımadım"...

Hepiniz herkes gibi.