The individual has always had to struggle to keep from being overwhelmed by the tribe. If you try it, you will be lonely often, and sometimes frightened. But no price is too high to pay for the privilege of owning yourself...

Nietzsche

19 Ocak 2016 Salı

Evrelerini sevdim, çıkar onu bebeğim!

“Bazılarımız dayanmanın bizi güçlü kıldığını zanneder. Ama bazen bizi güçlü yapan bırakmaktır.” Hermann Hesse

Bu cümle beni etkiledi evet. 20'li yaşlarım tükenmiş ve kendimce bir devrin sonuna gelmişken, şu günlerde 20'li yaşlarımdaki hırslarımı, ihtiraslarımı, inatlarımı, hınçlarımı, öfkemi, nefretimi, huzursuzluğumu düşünürken buluyorum kendimi. İnanın çoğu da çok saçma geliyor. Neden bu kadar takılmışım ki… Bırak!

Geçenlerde beni uzun yıllardır tanıyan bir arkadaşım "bir laf vardır bilir misin let it go, biraz bırak artık" demişti. Gururla söyleyemeyeceğim, hayatımda hiçbir şeyi bırakmadım. Gururla söyleyemeyeceğim çünkü bu bırakmama hali bir yandan hayatıma harika bir erdem ve disiplin katarken bir yandan beni mahvetti, yıktı, bitirdi. Örnek vermek gerekirse hayatta her işimi tek başıma hallettim ve hiçbir zaman “yapamıyorum” demedim, diyemedim. Bugün iş hayatımda iyi bir pozisyonum var ise bunu bu bırakmama kafasına borçluyum. 

Ne güzel işte, sakın bırakma diye düşünebilirsiniz. Ancak öyle değil, bıçak iki taraflı (beyblade.gülücük.). Bana kazık atan kimseyi boş veremedim mesela. Hayatıma giren kimseden rahat rahat vazgeçemedim. Herkese inatla bağlandım. Aslında burada “sevgilik” ilişkilerimden bahsetmiyorum. Genel insan ilişkilerim böyle şekillenmişti. Ben ona böyle imtina ederken, o nasıl..?
 
Ama tabii dibini görmeyen de sevdiğini göremesin değil mi?

İlişkide terk etmekten korkmadım aslında ama yine de bu terk edişlerin bile bir anlamı olması gerektiğini zannettim. Bu sabahların bir anlamı olmalı gibi. İnsanların hayatının bir parçasısın ya hani, insan hayatının parçasından nasıl vazgeçebilir diye düşündüm. Sen gitmek istesen bile bazen senin gitmene izin verilmemeli ve sensiz devam edilmemeli gibi tutarsız bir saçmalık. Oysa öyle değil. Elbette insanlar devam edecek, sensiz bir hayatları vardı daha önce, bundan sonra da sensiz devam edebilirler.

Böyle yarı bencil varlığımla elbette ki yukarıda belirtmiş olduğum özlü sözü de kendi hayatım açısından değerlendirdim. Doğru olan geçmişe takılmak, öfke duymak ve kin gütmek değil. Bu seni yıpratıyor, daha fazla üzüyor ve en önemlisi devam etmene engel oluyor. 

İnan bana günün sonunda herkes devam ediyor. Etmeli de zaten.

Hayatımın birlikte son bulacağını düşündüğüm ve böyle olmasını da arzu ettiğim kişiyi hayatımdan çıkardıktan sonra ben de Kübler-Ross modeli denen “yasın beş aşamasından” geçtim.

1. İnkar
Yok canım arar o beni, saçmalama gidip orada birini bulacak değil ya, ne demek ayrıldık, yok öyle bir şey, hem zaten bu kaçıncı ayrılık….

2. Öfke
Nasıl beni aramaz? Nasıl birlikte olmak istemez? Nasıl beni özlemez?
Belasını versin! Hayvan! Yazıklar olsun! Geber!
Benim mutlu olmam gerekiyordu, karma, onun değil…

3. Pazarlık
Tamam, yeter ki gelsin, söz daha güçsüz bir kadın olacağım, ipleri onun eline vereceğim.
Tamam, barışmayalım ama görüşelim, birlikte vakit geçirelim.
Tamam, benimle olmasın ama kimseyle de olmasın o da yalnız olsun…

4. Depresyon
Uyku, sadece uyku.
 
5. Kabullenme
Bitti. Biliyorum bir daha gelmeyecek ve gelmesi de doğru değil zaten. Çok kırdık birbirimizi, yorduk. Artık birlikte güzel değiliz. Başkasıyla birlikte olmak istiyorsa da başkasıyla birlikte olmalı.