The individual has always had to struggle to keep from being overwhelmed by the tribe. If you try it, you will be lonely often, and sometimes frightened. But no price is too high to pay for the privilege of owning yourself...

Nietzsche

30 Aralık 2014 Salı

Şimdi ben oldum mu, doldum mu?

Yıllar yıllar süren çileler, bildiğin çile ayol "mobbing" falan diyerek afillileştiremeyeceğim durumları. Paspaslık, pespayelik, uykusuzluk, stres, acımasız aylar hatta yıllar derken...

Ofissel yılbaşı münasebet konuşmalarımız tüm hızıyla sürerken, artık ayrılanın, yeni gelenin haddini hesabını tutamazken, bir toplantı odasına çağrıldım.

Kendimden bahsetmekten aslında hiç hoşlanmam, uzuuun uzun anlatmayı da sevmem. Bir gün ünlü olsam nasıl ropörtaj verirdim hatta hiçbir fikrim yok. Bu nedenledir ki ilk buluşmalardan da, iş görüşmelerinden de nefret ederim. Her ikisinde de yalan söyleyemem, köpek gibi çalışırım mesela ama bir iş görüşmesinde asla "ben çok çalışkanımdır" veya " en kötü özelliğim mükemmeliyetçiliğim" gibi bir cümle çıkmamıştır ağzımdan.

Herneyse yeterince benden bahsettik bence (bunu diyen de blog yazarı ay haspam!) 

Deriden sabit bir koltuğa oturtuldum, uzun toplantı masasında bir kenardayım. Ne düşündüğümü sordular, yeni yıldan beklentilerimi... Bunu soranlar da şu güne değin bir tek kere "iyi misin" dememiş patronlardır. Dedim harikayım yeni yıl beklentim de full partilemece, über mutluluk, bir de önümüzdeki sene kanuni hakkım olan izinleri kullanabilirsem biraz seyahat edeceğim. (Allah belanı versin şarkısını koydum teybe (! evet teybe, hayal alemimde 90 lardayım). 

Elbette ki bunların hiçbiri konuşulmadı, "daha da iyi işler yapacağım bir yıl olsun" tarzı über politik cevaplarla yola devam ettim. Dediler, biz seni seviyoruz, biz seninle daha güzel şeyler başarmak istiyoruz, sen artık bu ekibin bir parçasısın... vb. vb. vb. İnsanlar yıkama yağlama yapmak istediklerinde ne kadar güzel cümleler dökülebiliyormuş ağızlarından. Aynı heriflerin "hadi şimdi siktir git" diye milleti odalarından kovduklarını bilmesem, kulaklarımla işitmiş olmasam inanacağım bu samimi açıklamalarına.

Neyse efenim uzun bir süredir birlikteymişiz, artık zamanı gelmişmiş, dabadabadbabaaaadd

Ben bugün senior oldum sayın seyirciler. Bizim camiada "kıdemli" demek işte. Senin yıllar içinde kıdemlendiğini gören büyük krallıklar sana taç takıp, başka bi yerinden sikmek için hazırlık yapıyor anlayacağın. Maaşsal kölelik evet ancak onu da bulamayan niceleri olduğundan bu hususta atmaca tutmaca yapmayacağım. Eleştirmeyeceğim, çünkü bi zamanlar şu hayatta tek istediğim şey buydu.

Çenemi tutmalarımın, sabretmelerimin, susmalarımın, sinir krizlerimin, mutsuzluklarımın, tüm olumsuz koşulların, huzursuzluklarımın ve elbette ki hayallerimin ve çalışmalarımın sonucunda ben bugün başardım. Ya da daha doğrusu bir yerden birileri bana başardığımı söyledi, sağolsunlar. Ama ben bilemedim şimdi ben oldum muu? doldum muu?

Selametler olsun, mutlu yeni bir yıl diler, geçmiş noeliniz kutlarım (bozulmaca olmasın ben noel kutluyorum).

2 Mayıs 2014 Cuma

Hanımkızım ne yapıyorsun sen?

Herkes hayatı istediği gibi yaşamalıdır, evet. Özgürlük pek önemlidir, doğru. Kimsenin kimseye karışma hakkı yoktur, kesinlikle. 

Ama, fakat, lakin bu küçücük kızlar böyle ne yapıyorlar kendilerine?

Bence herkesin hayatla ilgili az da olsa kuralları olmalıdır. Kurallar hayat kurtarıcıdır. Çizgiler önemlidir, pişmanlıkları azaltır. 

Hani ben sana her gün başka herifle yatma demiyorum da böyle iğrenç yavşaklarla yatma be güzelim. 

Bilemiyorum, şimdi bazı şeyler daha mı farklı? Gitgide bir yozlaşma mı var? Bizde de herşey bu kadar kötü müydü emin değilim.

Ama şunu biliyorum ki, mesela iki dakika önce başkasına yazan adamla yatmadım hiçbir zaman. Kendime saygıda kusur etmedim en azından. Çünkü boşuna sövüp, söylenme; sen kendine saygı duymazsan eğer, kimse sana saygı duymaz. Biraz saygı görmek istiyorsan, sen önce kendine saygı duyacaksın. Duymalısın da. 3 kuruşluk adamların ağzına muhabbet, altına sakız olmana gerek yok! Güzel kızsın velhasıl, akıllısın da.

Bunu kendine yapma!

Sex delisi misin sen? Ne gerek var.

Her zaman kendimi alakasız ve karışık kuruşuk ortamların içinde bulmak konusunda bir yeteneğim olmuştur. Nerede saçma sapan bir ortam, orada ben. Felaketleri üzerine çekenlerdenimdir. 

Genelde kimseyi hareketlerinden dolayı eleştirmem çünkü kendimin de eleştirilmesinden pek hoşlanmam. Bilemiyorum zaten kim hoşlanır da? Beğenmeyen küçük oğluna almasın değil mi?

İşte böyle böyle saçma sapan ortamlarda son dönemde çok fazla saçmalığa maruz kalmaya başladım. 

Adam demeye bin şahit istenecek yavşak, hayvan, iğrenç bir herif ortalıkta dolanıyor, artık kime şansı tutarsa. Böyle tipler var evet. Bir ortamda varlık amacı tamamiyle "kimi götürebileceğim acaba"ya dayalı bir aç tip var kesinlikle. Ve sen hanımkızım bunu bile bile, göre göre o adamla yatıyorsun. Herkes başından savuyor, herkese yavşıyor sen onu ödüllendiriyorsun resmen. Hiç mi sevilmedin be güzelim? Neden kendinden bu kadar çok nefret ediyorsun?

En az 30 kişinin olduğu salonun ortasında, 2 kişi arasında kalması gereken bir şeyi ortalıklara saçıyorsun... ne gerek var be? Ne yapıyorsun sen?

14 Nisan 2014 Pazartesi

10 yıl be 10 YIL

18 yaşımda şehir değiştirdim. İzmir'den kalkıp İstanbul'a geldim. Beni orada tutan pek bir şey yoktu. Buraya çağıran da yoktu ama Üniversite dedik, okul, bölüm, hayat... ver elini İstanbul. İlk başta çok bir şey anlamadım, ilk zamanlar Anadolu'dan gelip Haydarpaşa'da inmiş Emine yavrusu Kezban misali korkaktım. Hangi dolmuşa binmem gerektiğini bile en az 5 kişiye sorardım.

Okulun ilk günü bir çocukla tanıştım. Hatta o Amerikan filmlerindeki sahneler gibi oldu, ders boyunca beni kesti, kesti, kesti... Ben de gülümsedim, gülümsedim... Ders arasında da geldi benimle tanıştı. O zamanlar tabii henüz aşk meşk işleri biz de gelişmemiş. Yaniii yazlıktaki diskotekte bir kaç kısa-masum öpüşmemiz var ama o kadar. O yıllar, kendi hayatımı bir arada tutabilmek için öyle çaba gösteriyordum ki, fanfinifinfon yapacak vaktim yoktu. Düşünün kendi çamaşırımı kendi yıkayan, ütüsünü bile kendi beceren biriydim daha 13-14 yaşında… Yalnız büyüyen çocuklar da başka bir yazının konusu olsun.

Neyse tanıştık biz, daha o gün derslerde yan yana oturmaya, aralarda bahçeye birlikte çıkmaya başladık. Birkaç kişi daha var yanımızda (tabi o İstanbullu, aynı liseden insanlar var tanıdığı) ama benim göz hiçbir şeyi görmüyor. Aptal aptal kıkırdıyorum, of yine çok konuşuyorum. Ne zaman zaten heyecanlansam, hep çok konuşuyorum. Hala kendimi “yeter, bi sus artık” diye uyarırken bulurum bazı bazı. Gün bitiyor, okul da o zaman öğlene kadar falan ah ulan ne rahatmış Üniversite. “Aşağı yürüyecek misin” diye soruyor. gerizekalı gibi “evet bilmemne dolmuşuna bineceğim” diyorum. (Mal karı desene gel şurada bir kahve içelim, tabiii daha starbucksa girsem ne sipariş veririm bilmiyorum, yeniyiz be biraz da safız işte, ürkeklik de cabası… Ah o ürkekliğin bi gıdımının şu an içimde olması için neler vermezdim. Daha az yaşasaydım be, daha az sıçılsaydı ağzıma da bu kadar güçlü olmayaydım. İyi halt oldu öf)

Tam bir centilmen bu arada, türünün son örneği, benimle dolmuşa kadar yürüyor, bindiriyor falan. Ah be evladım, hadi ben geri zekalıyım, bari sen gel bir şey yapalım de… Gerçi mal gibi kesin “yok ben eve gideyim” falan da derdim, nasıl bir Kezban Paristelik aman yarabbi!

Günler arkadaşlığı güçlendiriyor ama serçe parmak, serçe parmağa değmiyordu hani… Ben onun arkadaşlarıyla tanışıyorum, artık 8’den önce eve gitmiyorum. Bak sen bakbakbak 8 ahahahah :) (dipnot- aileden yadigar evde yalnız yaşıyorum, aklımın ucundan geçmiyor “gel bize film izleyelim” demek. “GERİZEKALI!!!) O da aynı süt çocuğu tabiii, eve bırakıyor, o göt oğlanları gibi, “bana kahve ikram etsene ekiekieki” yapmıyor. Haaa gezmelerimiz de madoda dondurma, pizza hutta sınırsız pizza ahahahaha.

Ben tabiii, İzmir’de falan da hep erkeklerle dolandığım, onlarla arkadaşlık ettiğim için fingirdemeyi bilmiyorum, hep bir “naber kanka” ayaklarındayım. Ne yapayım, içimden ölüyorum da dışardan ne yapacağımı bilmiyorum. Bazen bunların yolunu yordamını gösterecek birileri olsaydı keşke demişimdir. Hala erkeklere yanaşmanın doğru yolunu bildiğimi söyleyemem. Neyse bu da daha başka bir yazının konusu olsun.

Bilmemne şarkısını çok sevdiğini söylüyor, ben eve gidip döne döne o şarkıyı dinliyorum. Ölüyorum, açılamıyorum. İlk aşkımı 18-19 yaşımda yaşadım böylelikle sanırım, herhalde başka şeyler yüzünden onu da bekletmiştim, şimdi rahata erince yaşıyordum çılgınlar gibi ve kendi kendime (GERİZEKALI!!!). Ergenler gibiydim, açılırsam beni reddeder, bir daha benimle konuşmaz, alay eder benle falan diye düşünüyorum. Ulan Hukuk Fakültesindeyiz be ne alayı, ne bu ergen tavırlar pof. Gidin eve, sevişin işte aptal.   

Bu arada hayat mükemmel gidiyordu. Okuldan başkalarıyla da arkadaş olmaya başlamıştım, neredeyse 10 kızdan oluşan bir kız grubum da vardı. Koloni gibiydik ve bir nebze popülerdik. Yani okulda tanınıyorduk diyeyim. Eee 10 tane kızı bir araya koyarsan tanınırlar tabii. Seç, beğen, al misali. 2. döneme gelindiğinde, başımda izin alacak kimse de olmadığı için paso geziyoruz, kadıköy senin taksim benim. Biralar gırla gidiyor. Barlardan çıkmıyoruz :) Ev tutmuş başka kızlar da var onlarda falan da kalıyorum hep. Aşk hala içimde gırla devam ediyor tabii. Aynı arkadaş grubundayız hem zaten, kızlı-erkekli ooo!!!... (Üniversite boyunca da hep aynı arkadaş grubunda kaldık zaten)

Neyse, kızlarla Melekler kahvesine gidiyoruz, fal baktırıyorum. “Bu çocuk senin arkadaşın, seni beğeniyor” diye çıkıyor falımda ben ölüyorum, ölüyorum. Kızlara bile hislerimi anlatmam uzun zaman aldı. Onlara da gerçeği anlatamadım hatta, işte ilk tanıştığımızda bir şey hissetmiş gibiydim ama sonra çok iyi arkadaş olduk falan filan diye kıvırtırdım hemen. Pek bir şey demezlerdi, inanırlardı hikayeme.

Olayların buralarda tam olarak nasıl geliştiğini hatırlamıyorum. Anlatmaya kalksam büyük ihtimalle kendime doğru çekerdim, o yüzden çok düşünmüyorum. Ama ilk senenin sonlarına yaklaşmıştık. Bütün sene gezen, tozan bizler için sınav dönemi acımasızdı. O, üst sınıflardan alakasız bir kızla samimi olmaya başlamıştı. Kız büyüktü, buna “kardeşim” falan diyordu. Bu da kıza hayran hayran bakıyordu işte klasikimsi bir hikaye. Ben zaten İstanbul kazanında yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştım. Ürkeklikten eser yoktu, uyuşturucu vardı, alkol vardı, tanımadığım yerlerde uyanmak vardı. Geceden kalma saç baş vardı, akmış makyaj vardı. Çok şey vardı, hiçbir şey yoktu. Aramızda bir boşluk açılmıştı ve sanki her gün biraz daha uzaklaşıyorduk. Bazen ben selam vermesem, o vermezdi bile. Uçurumun biraz kenarındaydım ama dostlar elvermedi düşmeme, sağ olsunlar, var olsunlar.

O iyi kızlar, beni iyi yaptılar, hakikaten topladılar beni. Okulu onlar sayesinde bitirdim derim mesela hep. Çoğuyla da hala görüşürüm. O dönem o kadar iyi anlaşıyorduk ki, kızlardan birinin yanına taşınmıştım. Okulun 2. senesinde benim de biriyle çıkmaya başlamamla artık bizim oğlanla tescilli arkadaş idik ama garip bir şekilde eskisi kadar yakın değildik. Yani diğer kızlarla daha bir yakındı sanki, ya da benim sevgilim var diye mi öyle yapıyordu of hiç anlayamadım. Yıllar içinde “tamamen benim fikrim olmakla beraber” sevgilime de mesafeli davrandığını düşünüyorum. Kaldı ki ikisi de fanatik bir şekilde aynı takımı tutmaktaydı. Hani en azından oradan birkaç konuşma yapmaları gerekiyordu ama 3 yıl boyunca “naber abi”, “iyi abi”den öteye gitmediler. Gerçi erkekler galiba öyle biraz, onların yakın arkadaşlığı da böyle, ya da adamı sevmedi aman ne bileyim hahah :)

Öğrenci evi bizimki olduğu için hep bizde toplanılırdı, herkes bize gelirdi. Hele sınav dönemleri… 10-15 kişi yatardı evde dönüşümlü olarak. Bir grup kalkar çalışır bir grup yatar falan. Böyle gecelerde, odamda, yatağımda yatmışlığı vardır ama hiçbir zaman ne ben ona yanaşmışımdır, ne de o bana. Yine “tamamen benim fikrim olmakla beraber” diğer herkesten daha mesafeli davranırdı bana. Sevmese yani haz etmese benden, herhalde evime gelmezdi diye düşünüyorum ama ben daha yakın arkadaş olmak istesem bile o hep mesafesini korudu. İlk zamanlardaki yakınlığımızı hep özletti bana. Bazı geceler politik tartışmalar veya sınav geceleri en çok biz oturduğumuzda küçük anlara birkaç derin muhabbet sıkışmıştır ama o kadardır. O Freud hastasıydı, ben Nietzsche…

Yıllar içinde o üst sınıftaki kıza hayranlığı devam etti ve hatta diğer herkesin dikkatini çekecek boyutlara ulaştı. Kız da tam şu “herkes beni beğensin ama ben kimseyi beğenmeyeyim”cilerden. Bizimki de kızın yanında pervane. Bizim çocuklar her fırsatta “oğlum sen ne yapıyorsun, bu kız seni kullanıyor” modlarındalar. Bizimki her sefer “abi öyle değil, siz bilmiyorsunuz…” (ANLAYAMAZSINIIIIZZZ!!! hah! yesinler) Ben hem iyi bir arkadaş olduğum için (başka bir ton kötü özelliğim olabilir ama kesinlikle iyi bir arkadaşımdır), hem kimsenin bu kadar üstüne gelinmesine katlanamadığım için, hem de biraz hep içimde olan o ufak, hiç yaşanamamış duygular için savunurdum onu. “Size ne” derdim. “Onların ikisinin arasında olan şey” derdim. Onlar da “biz arkadaşımıza yardımcı olmak istiyoruz, olmaz böyle şey” derlerdi. Sürüp giden bir konuydu bu yani. Bizimki hep sessiz kalırdı, kızı görünce de fino köpeği gibi yanına giderdi. Belki diğer erkeklerin hazmedemedikleri buydu…

Son senenin son dönemine gelindiğinde ev arkadaşımın sevgilisiyle de bu kanka olduklarından ooo bizden çıkmıyorlar resmen. İkimizde bekarız, yıllar sonra. Gerçi o yıllar boyunca hep bekardı da, kaşar olan bendim hah neyse. Gece saat bilmem kaçtır ararlar “şarabı aldık geliyoruz” diye. Ben her gelişinde bu sefer bir şey olur mu dersin be kızım diye kendi kendime heveslenirim. Şöyle bir anda gaza gelinse, yıllar önce de şöyle böyle diye itiraflar olsa diye aptal hayaller işte. Hahah hiç olmadı.

Ardından hepimiz mezun olduk. 6 yıl oldu ama arkadaş grupları, mesleki mecburiyetler, adliye koşuşturmacaları derken hep karşılaştık. Hep konuştuk, birbirimizden haberdar olduk. Dünya küçüktür. Ne zaman sorsalar “hiç içinde kalan biri oldu mu” diye. Hep aklıma geldi. Kimseye de anlatmadım. Onu hiç tanımayan insanlara dahi anlatmadım. Belki çok kötü olurdu ilişkimiz, belki hiç yürümezdi ama insanoğlu işte hep olsa ne olurdu, nasıl olurduyu merak ediyor.

Şimdi bu kız niye bunları anlattı diye düşünüyor olabilirsiniz. Geçenlerde bir sosyal medya mecrasından eklemiş beni. Naber napıyosun muhabbeti yaptık. Askerdeymiş (başka bir sosyal medya mecrasından dolayı biliyordum aslında) neyse 10 günü kalmış. Haftaya gelecekmiş. Bir rakı yapalım izmirliiii dedi. Ne dersiniz olur mu?  

4 Mart 2014 Salı

Dayanmanın sonu

Aylar geçiyor, bazen yıllar... Hele bazı günler dayanılmaz oluyor. Ne sabah kalkmak istiyorsun, ne de evden çıkmak. Karanlık bir odadaki bir küpün içine girmek tüm klostrofobik dengesizliklerini açığa çıkartıyor biliyorsun. Keşke deprem falan olsa da bugün işe gitmesem dediğimi bilirim, zavallı gibi, psikopat gibi, çaresizce...

Saatleri sayıyorsun, günleri, haftaları... Yılbaşı gelsin süper olacak diyorsun, biliyorum olmuyor. Yaz gelsin diyorsun, alana kadar burnundan getirilen bir haftalık tatil de "yaaaağğğ Lia Hanaaağğğmm bişey sorcaaaağğğm"diye arayan mal gerzeklerden dolayı rezil ediliyor. Çünkü senden başka kimse birini rahatsız etmeden önce 50 saat kendi kendine sorun çözmeye çalışmıyor.

Bir şekilde de her sorunu çözdüğün için her sorun senden soruluyor, hep. Duruşmaysa sen, gümrük sen, dilekçe sen, ihtar sen, itiraz sen, mektup sen, her iş üzerine kalan sürekli sen, sen, sen.

Hep iş düşünüyorsun, hep iş yapıyorsun. Devlet kurumlarına bağlı lanet bir işin olduğu için de sürekli sürelerdesin. Süreler kovalıyor seni. Ya bilmemneyin bilmemnesi süresini kaçırdıysam diye gece uykularından panikle uyanıyorsun. En ufak bi rakam hatası ölümcül sonuçlar doğurabiliyor. 50 milyon şeye dikkat edip, katrilyonuncu işinde uffacık bir hata yapsan odalara çekilip, "neden böyle oldu?" sorularına maruz bırakılıyorsun. 

Hayat berbat, ülke felaket, gündem rezalet derken yorulduk be... dayanamıyoruz artık. Hiç sonu gelmeyecek mi bunların?