The individual has always had to struggle to keep from being overwhelmed by the tribe. If you try it, you will be lonely often, and sometimes frightened. But no price is too high to pay for the privilege of owning yourself...

Nietzsche

26 Kasım 2013 Salı

Yepisyeni

Paraya ihtiyaç duyduğumda kısa sürede satıp para ihtiyacımı karşılayabileceğim değerli hiçbir şeyim olmadığını farkettim. Bu farkındalık da trajikomik olaylar silsilesinin son halkasıydı aslında. Efenim yaşadığım evden kovuldum-yani neredeyse kovuldum-yok yok tevazuya lüzum yok resmen kovuldum. Zaten 2+1 evde, o, erkek arkadaşı ve ben olarak 3 kişi yaşıyorduk... Bir gün ortada hiçbir neden yokken "biz artık abuzittinle sadece ikimiz birlikte yaşamaya karar verdik, yani senin evden taşınman senin düzenini bir an önce kurman açısından da iyi olur" mesajı. Aslında mesaj bile değil watzup'tan yazıldı, yani kısa mesaj ücreti bile ödenmedi bu bilgi paylaşımı için. Çok ucuzumdur hep söylerim...

Kısa süre önce iş değişikliği yaptığım için işten "ben ev arayacağım" diye çıkıp gezinme şansım da yok. Hay canını yediğim abuzittin. Öğreteni bulsam "sevgili yapınca feleğini şaşıran bağyanlar" konusunda doktoraya kadar giderim. Bu hususta öğrenme açlığı ile nasıl yanıp tutuştuğumu bilemezsiniz. Bir ilim, bir irfan yuvası arıyorum, eğitim şart!

Neyse saçma sapan emlakçılarla, saçma sapan evler, ahırlar, izbeler, mağaralar, rezidanslar(!)- evet rezidans ben adama ödeyebileceğim kira limiti şu kadar diyorum, adam bana rezidans gezdiriyor gerzek- gördükten sonra bir şekilde başı sokacak delik buldum. Haydi taşın, haydi yerleş, haydi temizlik, haydi kop kop derken ev kadınlığında nurhayat'la kapışmak ile seda sayan izleyicisi olmaktan bir tık aşağıda bir yerlerde konuşlandım.

Çok ilginç bir semte taşındım, oldukça eski istanbulumsu ve hipstırlar haftasonları ellerinde nikon, canonlarıyla bu tezimi kanıtlarcasına dolanıyorlar. Köpek gezdiren yaşlı teyzelerle sohbet eder oldum. Geçen gece 3 sularında sigara almaya çıktığımda işe çıkmış kadın-adamların çaldıkları ilginç ultraarabesk şarkılarını dinledim.

Şehri severim, şehrin saçma yerlerinde, kozmopolit yaşamayı daha da bir severim. Ne yapalım paramız vardı da etiler-ulus-bebekte üç beş tur atmadık mı? Şahsi fikrimce kimse şehrin tek bir semtinde tüm hayatı boyunca yaşamamalı. Hatta gerekli imkan yakalanıyorsa ve biraz da cesaret varsa kimse hayatı boyunca tek bir şehirde yaşamamalı. Uww zengin mavraları atıyor demeyin, 16 yaşımdan beri bir şekilde kendi başımın çaresine bakıyorum. Bulaşıkçılıkla başlayan hikayemde belli mi olur belki benim de bir gün bir ufak barım olur, bir biramı içmeye gelirsiniz.

Hayata erken terk edilmelerle 1-0 geride başlamalar, ilerki yıllarda sorunlar üstünüze üstünüze geldiğinde hepsinin üstesinden tek başına gelebilen güçlü bir birey yaratılmasını tetiklemiş. Bir de hayatım zaten hiçbir zaman bir tek dert çıkarmadı benim karşıma, geliyorsa hepsi birden gelecek diye oybirliği yapılmış sanki yukarıdan.

Neyse bazı değişiklikleri yapabilmek için biraz daha cesaret ya da aslında bir ittirilme gerekiyormuş. Bak şimdi çok da şirin bir evim oldu, banyodan çıktığımda da çıplak dolaşıyorum oh! Hahahah şaka be şaka, çıplak mıplak dolaşmıyorum da yani hani istesem yapabilirim :) bir sürü dvd aldım, kitap aldım, içine 20 tane falan şarap sığan bir ufak şaraplığım bile var. İstediğim müziği açıyorum, elektronik zırvalar yükselmiyor artık evden, bangır bangır rock yapıyoruz. Geçen bizim çocuklar kaptı gitarları geldi müzik yaptık. Çok da güzel oldu.

Yakında misafirperverlikten börek açmaya başlayacağım korkusu, halihazırdaki tek sıkıntım. Onun harici ben ve diğer 6 kişiliğim çok çok iyiyiz. Teşekkürler Türkiye :)

18 Kasım 2013 Pazartesi

Gibi


Aslında hikayenin tam olarak nerede başladığını hatırlamıyorum, veya hikayenin neden bir türlü başlayamadığını. Seni hep sevmiştim diyemem ama içimde evet HEP bir şey vardı. Sen yapamam dediğin günden beri dipte bir yerlere gömdüğüm o şeylerden işte. Şimdi bir mezar kazıcısıyım adeta. Örtüyü kaldırmak istiyorum, evet çünkü ben bu örtüyü kaldırmak istiyorum. Herşey sadece bu istekten ibaret. Eğer yaşanması gereken bir şey varsa ve birileri onun yaşanmasını yokuşa sürüyorsa tutmayın küçün eniştenizi...

Fakat bir zamanlar birazcık da olsa sevilmiş biri olarak, en azından sevildiğime inandırılmış biri olarak bunun herhangi bir gerçeklik boyutu olmadığını da biliyorum.
Söylenilen aşk sözlerinin doğruyu yansıtmadığını, 
Aslında ne yazık ki olduğunu sandığın şeyin yarısı bile olmadığını da...
Dokunuşundan anlıyorum, hunharca davranışlarından

Kıymak ve kıyamamak arasındaki boyut farkı işte, düşünce farkı.
Damarın değil de etin peşine düşmek işte,
Adi bir çakal gibi, leş kargaları gibi...

26 Eylül 2013 Perşembe

tüketmek zamanı şimdi!

1 gece için mükemmel bir insan olabilirim. 1 gece için hayallerinizdeki kadın, insan, dost, sevgili, can, ciğer...

Herşeyi tek bir geceye sığdırabilirim, ve bu sığdırmayı yapabilmek için de var gücümle koştururum. Sanki sabah olduğunda balkabağına dönüşcekmişim gibi, fazla zorlarım. Keşke normal zamanda o 1 gecenin 1/10'i kadar adayabilsem kendimi hayata.

1 şeyi istememin yetmesidir sahip olmam için. İsteyince olur, olmak zorunda. Ama peki ya elde edince? İstediği oyuncağa sahip olan küçük çocuk şımarmaları... Sıkılmacalar.

Vazgeçmeyi bırak, dizginleyemediğim en kötü huyum. Ama ah o adrenalin, ah o vücudumu baştan ayağa titreten duygu akışı... Karşı tarafın kim veya ne olduğunun da önemi yok. Her şey bende ve her şey benimle ilgili.

Sonra hikaye hep aynıya sarınca, "tut elimi", "seni şu an çok öpmek istiyorum", "ben hayatımda senin gibi bi kız tanımadım"...

Hepiniz herkes gibi.

25 Eylül 2013 Çarşamba

Çok Tatlısın

Hayat bu işte bir yandan acının köpeğine çevirirken, yalanlar dolanlar içinde boğarken, whatsapp'ta online oldu mu, en son ne zaman girdileri kovalayacak kadar düşmüşken (lan şu lanet program kimle konuştuğunu da gösterse ya!) bambaşka bir yerden vurduruyor voleyi! Çakıveriyor 90'dan.

Kitap yazıyorum. Bunu henüz kimse bilmiyor yani bu teklifi bana yapan kişi dışında. Merak etme ahali bloggercı tayfasından "sonra ben ona uff snne be slk didim o da bana oha fln oldu" tarzı kitap yazmıyorum. Mesleğimle ilgili, hukuki içerikli kitap yazacağım. Böylelikle 30'uma gelmeden kendi adıma akademik bir kitabım olacak, doktrin olacağım, "bundan bi halt olmaz" demişlere de "in your face biyaach" diyebileceğim. Oh! Oh!

Şimdi artık ne desem, Brad Pitt ve Gerard Butler aynı anda gelse, grup yapalım dese bu denli mutlu olamazdım herhalde. Hayat işte.

20 Eylül 2013 Cuma

Enayi


Kandırıldım, kandırıldım yetişin a dostlar diye çemkirebilmeyi isterdim. Hani feleğin çemberinden geçmemiş gibi mağdur edebiyatı yapabilmek, sanki hayat hep toz pembeymiş de ilk defa bir karanlık görmüşüm gibi davranabilmek... Hiç olmadı canavar bu insanlar diye çığırabilmek! (Biz de Hürrem gibi, Ayşe Arman’a röportaj vermek istiyoz!)

Ama yok, mağdur değilim, yani 40 yıllık kaşarın gidip mağdur edebiyatı yapması saçma olur, ahlaksızca olur, komşulara karşı çok ayıp olur. O nedenle bu zokayı yutmamam, bu oyunlara gelmemem gerekiyordu. İşte insan bazen gönül rahatlığıyla “bana bunu nasıl yaparsın” bile diyemiyor ya…

KAHROLSUN BAĞZI ŞEYLER!

Ben kimsenin dürüst olmadığı bu evrende birilerinin dürüst olabilme ihtimalini sevmiştim. Yani evet biraz komik aslında, belki “sen çok mu dürüstsün sanki göt?” diye soracak iç sesiniz ama cevabım evet dürüstüm. Hatta bazen insanların en duymak istemedikleri şeyleri söyleyen göt kadar dürüstüm. Yalan söylemek yerine “bu iş böyle, yersen” halini tercih ederim.

Ki zaten kimseyi de kutsal topraklarıma ulaşabilmesi için beni kandırmaya mecbur bırakmamışımdır. Hayatta herşey bir sözleşmeden ibarettir. Bana hak ve yükümlülüklerimi göster panpa! Bu nedenledir ki bu kadar kuyruklu, yaldızlı, yanar dönerli yalanlara anlam veremiyorum. Kandırmaya gerek de yok, ihtiyaç da yok. Öyle pek yükseklerde değerlerim de zaten yok.

Böyleyken, öyle olunca da insan ister istemez neden aptal yerine konduğunu merak ediyor. Hele yalanlarla 48 bölümlük türk dizisi çekildikten sonra “ama napiyim sana çok aşık olmuştum” diyenleri elektrikli testereyle sikmek. Kızdırmayın küçük eniştenizi.

16 Temmuz 2013 Salı

Sevişmeden uyumayalım

Ne büyük aşklar yaşadık öyle değil mi?
Öldük-geberdik de ruhlarımıza bir fatihayı bile çok gördüler...

İlişkiler bitince neden bu kadar acımasız oluyoruz?
Günlerle, aylarla, hatta yıllarla aynı yastığa baş koyup
Bir kelime sonrasında nasıl da iki yabancıya dönüyoruz?

Geçti, bu da geçer, hepsi geçer diye diye ruhlarımızı yok etmedik mi?
Tüketmeden yaşayamayanlardan mısın sen de?

İlk sevdiğim adamı hatırlarım mesela, ortaokul yıllarıydı.
Son sevdiğim adamı da hatırlıyorum
Bazen düşünüyorum da aralarında hiç fark yok neredeyse...
Sadece biri pek çok ünlü oldu, o kadar.

Sonuç olarak hepimiz mevcut duruma alıştık işte öyle ya da böyle
Kimi zaman bir mesajı bekledik
Kimi zaman bin mesaj bile telafi edemedi yok olanı...


Not: Blog'u bırakmadım. Son dönem geziden ibaretti. Yakında gezi hakkında da yazacağım. Severim sizi bilirsiniz :)

26 Mart 2013 Salı

Değişmemişim.

Değiştiğimi sanmıştım. Gerçekten 1 ileri 2 geri giden hayatımda, artık bir yerlere varmaya yaklaştığımı düşünmüştüm. Hayat hep kaçmakla geçmeyecekti. Kendi kendimi milyonlarca kere telkin ettim, bu iyi, sen iyisin, bu adam sana iyi. Bırak herşeyi geçmişte. Yeniden doğ, baştan başla, geri kalanı sil at. 

Elimden geleni de yaptığımı düşünüyorum. Gerçekten denedim. Her gün savaş verdim, kendim için daha iyi bir şeyler yaratmak için. Ama hala etraftaki en yakın ''kaçış'' tabelasını kolladığımı bilmiyordum. Oysa ki ben hiç değişmemişim. İyi bir şey oluyorsa hayatımda, bunu bozmak için elimden geleni yapmaya her zamankinden daha da hazırmışım.

Meğer işler azıcık ciddiye bindiğinde kaçacakmışım, yine. Bu sefer çok durmuştum oysa ki... Kendimi sabitlemek için elimden geleni ardıma koymamıştım. Onun benim için en iyi yol olduğu bir gerçekti ama ben kendim için iyi bir şey istemiyormuşum. İşler ciddiye binmeye başlayınca farkettim.

Bazen insanların ''laf salatası yapıyor işte'' dediklerinin ötesinde, bağlılıkla ilgili sorunlarım varmış. Aslında ben farkındaydım ama bir gün iyi bir şeyler olmaya başlayınca ben de salak değildim ya bağlanacaktım elbet. Ama, fakat, lakin ne oldu...

Herkesin uçarak gideceği, en büyük hayali olan şey başıma geldi. Sevdiğim insanın ailesiyle tanıştırıldım. Oldukça pahalı bir yemek, güzel bir şarap... İşin ilginç yanı, beni çok sevdiler.

Belki karanlıklarımın içindeki ufacık ışığı gördüler. Belki de en iyi kadın oyuncu heykelciği bu sene yine benim. Öyle veya böyle, beni kabullendiler. 

Peki ben şimdi ne yapıyorum. Her hangi bir yere ilk uçak biletine bakıyorum. Büyük ihtimalle satın alacağım o bileti, kimsenin haberi olmayacak. Uçağa binmeden önce ''biraz uzaklaşmam gerek'' gibisinden bir mesaj atacağım ve telefonumu kapatacağım. Ayıp olacak biliyorum. Ama kaçmazsam nefes alamayacağım sanki.... Boğuluyorum.

5 Mart 2013 Salı

Forever Young!

Geçenlerde Kafe Pi'lerden birine gittik arkadaşlarla. Uzun zaman olmuş gitmeyeli. Yaşımız ve büyümenin getirisi olarak Kafe Pi'nin 18-25 checkbox'ının dışına çıktık biraz ne yazık ki... 

Kendimi ciddi bir Kafe Pi-kolik diye adlandırırım çoğunlukla. İlk açıldığı günlerden beri müdavimlerindenimdir. Özellikle üniversite yıllarında, rahatsız sandalyelerinin üzerinde saatler geçirirdik. Shotlar, kokteyller derken zamanın nasıl geçtiğini anlamazdık :) fiyat politikası da uygundu sanırım o zamanlar ki ''bizim mekanımız'' olmuştu. Tek başıma bile gitsem, mutlaka bir tanıdık çıkardı. 

Hayatımın uzun ve güzel bir dönemine tanıklık etmiştir. O zamanki sevgilimle ilk orada öpüşmüşüzdür mesela :) Geçenlerde gidince o zamanlara döndüm (döndüm diyorum çünkü hakikaten 6-7 sene öncesinden bahsediyorum). Hani bazı yerler vardır, oraya gittiğinizde zamanda geri gidersiniz ya işte öyle birşey oldu. Hayatımın ileri gitmekte olduğuna, bazı şeylerin geçmişte kaldığına ve daha da önemlisi büyüdüğüme şahit oldum.

Etrafımız üniversiteli gençlerle sarılmıştı. Haftaiçi olmasına rağmen kalabalık geç saatlere kadar devam etti. Anlaşıldı gençler yarın okula gitmeyecek :) Derslere devam zorunluluğu olmayan bir eğitim sürecinden geçmiş olduğum için, yalnızca canım istedi mi okula gidenlerdendim. Tabii sonra final dönemleri tam bir kabusa dönüşürdü ama olsundu, güzeldi. Hiiiçç pişman değilim, iyi ki her gün düzenli okula gideceğime İstanbul'u yaşamışım derim hep. Nasolsa hayat bizleri her gün düzenli saatlerde gitmek zorunda olduğumuz işlerin içine hapsedecekti. 

O zamanlar hayatın sorumlulukları daha tepeme binmemişti. Günü güzel geçirmek önemliydi. Hafta sonunu dört gözle beklemeler başlamamıştı. Öyle rahat bir insandım ki, sınavdan bir gece önce bile bara gider eğlenir, eve gaaayet geç saatlerde gelip sabaha kadar ders çalışıp, sınavdan da final olmadı bütünlemede bir şekilde geçerdim. Sınıf arkadaşlarım bu tavırlarımı ''sorumsuz'' diye nitelendirse de, ben hayatımla gaaayet mutluydum.

Yaşımın çok çok altında göstermem dolayısıyla makyajsız halimle hala ''lise öğrencisi'' kategorisine  sokulabilmekteydim. Ancak 92-93'lü erkeklerin ''tanışabilir miyiz?'' yaklaşımlarına maaalesef ''ablan kurban olsun sana''dan başka bir cevabım yok! 

Görünüş olarak ait gözüksem bile, kafa olarak sanki oraya ait değildim. Arkadaşlarla ''müzik ne kadar yüksek, konuşamıyoruz bile'' cümlesini kurduk. Evet o korkunç zamanların resmi olarak başladığını kabullendik. Bir gün gelecek ve müzik sesine hiç tahammül edemeyecek miyiz yani yoksa? - İsyeeeaann

20'li yaşlar ne güzeldi, eyvah 30'lar geliyor. Zaman daha da çabuk geçmeye başladı her gün bir diğerinin aynısı olmaya başladığından beri. Vampirik romanlara özentim ''hep genç kalmak'' felsefesi nedeniyle artıyor. Evet hep genç kalmak istiyorum. 6-7 ay öncesinden tatil planı yapmak istemiyorum. Ben neyi ne zaman istiyorsam, o zaman yapmak istiyorum. Geç saatlerde işten çıkıp kendimi eve zor atmak istemiyorum. İçimden geliyorsa her gün dışarı çıkmak istiyorum!

Klişe geliyor... Üniversite günlerinizin kıymetini bilin. Benim hayatımın en güzel dönemiymiş. Çok ders çalışmak yerine ÇOK HAYATI YAŞAYIN!!

19 Şubat 2013 Salı

Şov Devam Etmeli

Bak geçenlerde yine oldu. Bir kadın, bir erkek, bir sahne... Adam ilgili öylesine ki aylardır bir soğuk bir sıcak taktiklerinde. ''Sana çok değer veriyorum ama ben seni mutlu edemem''. Bu klişe bahane de sağolsun Behzat Ç. komiserimiz sayesinde kuuuul ve yutturulabilir bir hal aldı. Hanım kızlarımız moda girmiş olacak ki ''Olsun biz de mutsuz olalım'' replikleri ağızlarında. Yahu güzel kardeşim niye mutsuz olmak istiyorsun, seni mutsuz edecek kişiyle ne işin olacak bırak git, yürü git... demek geçiyor genç nesillerin önünü açmak adına. Yola yeni çıkan, henüz ilk benzin istasyonuna ancak ulaşmışlara. İşte bunlar neslimizi tüketecek, dediydi dersiniz. Nesilden nesile aile büyüğünün dantel masa örtüsünü geçireceğimize biraz daha yararlı şeyler geçirip, evrimleşmeye de bir ufak katkımız olsun, lütfen!

Fakat her nedense kimse ''gerçekten benimle olmak istese dağları deler tek başına, çölleri aşarsın gerzek ne saçmalıyorsun'' diyemeyecek kadar Narsist! Herhalde Dandilington Kont ve Kontesleri olarak kimse kendinin gerçekten istenmeyebileceğini veya karşısındaki kişinin kendisini doğru insan olarak görmeyebileceğini kabullenemiyor. 

Halihazırda, madem istemiyorsun ne oyalıyorsun marulum diye eşek sudan en az 5 tur gidip gelene kadar pataklanacak Egoistleri de es geçmemek lazım.

Bak şimdi hikaye gittikçe ilginçlesiyor... 

Tüm bu oyalamalar sürecinde, hikayenin başka kahramanları, varlıklarından haftalarla bahsedilmemiş ''sevgililer'' ortaya çıkıyor. Kendi ilişkisine saygısı olmayan insanlar türüyor. ''Hayata bir kere geliyoruz'', ''niye tek bir insanla tüm hayat geçsin ki'' mırıltıları yükseliyor. Bazen cinnet geçirip karşısındakinin kafasını koparan insanları anlar duruma geliyorum böyle anlarda. 

Doğru devir değişti, artık kimse kimsenin kapısını açmasını, önünde reverans yapmasını, ipek eldiven giymesini beklemiyor ama biraz saygı kırıntısı istemek çok mu?

Ardından cevap veremeyeceğim kocaman bir soruyla karşılaşıyorum. ''Bir insan aynı anda iki kişiyi sevemez mi?'' 

''Hayır canım sevgililer gününü sevgilisiyle mum ışığında yemek yiyerek geçirip, seni sadece sevişmek için araması sevgi değildir.'' Aklımdan geçen cümle tam olarak da bu!

İşin ironik kısmı bunlar bir tiyatro sahnesinde cereyan etti. ''İşte hayat hep sürprizlerle dolu'' dedi kalbi kırık kız. Gerçekten tüm bunlar bir sürpriz miydi yoksa oyunun başında gördüğümüz silahın oyunun sonunda mutlaka patlayacağını biliyor muyduk?

Belki de genç çocuk haklıydı ''o seni mutlu edemezdi''. Ama sen de mutsuz olmayı seçmeyebilirdin.

Herneyse kırmızı lekeli perde kapandı. Herkes son bir kez selamlarını verdi. Taa ki bir sonraki şova kadar. Ne de olsa şov devam etmeliydi...