The individual has always had to struggle to keep from being overwhelmed by the tribe. If you try it, you will be lonely often, and sometimes frightened. But no price is too high to pay for the privilege of owning yourself...

Nietzsche

22 Şubat 2010 Pazartesi

iyi, kötü, çirkin

Herşey güzeldi bi süre.. Heyecanla eve koşarak gidiyodum. Gitmeden markete uğrayıp bişiler alırdım. Mutlaka şarabımız olurdu. Televizyonda abuk sabuk şeyleri izleyip gülerdik... Bu kadar uykuyla nası yaşadığımı merak ederdi. Bazen sabahlara kadar otururduk sonra o uyurdu nasolsa gitmesi gereken yerleri yoktu. Ama benim geçinmek ve yaşamak için çalışmaya ihtiyacım vardı. Sabah o uyurken hazırlanırdım sonra yanağına bi öpücük kondurup sessizce çıkardım evden. Geri döneceğimi bilerek çıkmak ayrı bi huzurdu. Bu sefer kaçmayacaktım.
Ben geldiğimde bazen yeni kalkmış olurdu. Arada bi okula uğrardı. Yemek sipariş ederdik. Benim yemek yapmaya halim olmazdı geldiğimde. Yemek sepeti severdi bizi. Her gece farklı bişi denerdik. O kilo aldığından şikayet ederdi benim kemiklerimi sayarken...
Eleştirmezdi hiç beni diğer herkes gibi herşeyimin kötü olduğuna inanmazdı. Tüm kusurlarımda bi güzellik olduğunu söylerdi. Film izler kritik ederdik. Televizyonun karşısındaki koltukta geçerdi hayatımız. Dışarı çıkmak aklımıza bile gelmezdi çoğunlukla. Bazen o kadar dünyaya kendimizi kapatmış olurduk ki telefonlarımızı duymazdık bile. Arkadaşlar arardı sanırım aradığımız herşey o evde olduğu için umursamazdık çoğu zaman.
Sürekli dokunurdu bana. Sarılmadan uyuyamazdı. Hala ertesi sabah kaçmadığıma inanamadığını söyleyip dururdu. Ama artık burada onunla olduğuma inandığını kaçmayacağımı da bildiğini söylerdi. Kaçmamalıydım da...
Cumartesi sabahı geç uyandık. O günü yataktan çıkmama günü ilan ettik. Bilgisayarda müziğimizi açtık. Bi onun sevdiği şarkıyı dinliyoduk ardından bi tane de benden... Derken telefonum zangırdamaya başladı. Bakmamalıydım kimin aradığına. O defteri kapatmalıydım. Önemsememeliydim. İkimizde gördük kimin aradığını. Rahatsız oldu beceriksizce belli etmemeye çalıştı. 1-2-3... derken cevapsız çağrılar sona ermiyordu. "Aç konuşmalısın yoksa vazgeçmeyecek" dedi. Üzerine bişiler giyip odadan çıktı. Evet o belkide tanıdığım en mükemmel erkekti. Ama ben mükemmel kız değildim. Cevapladım telefonu, sesini duydum, içimde kırılıp yapıştırılmış tüm parçalar yeniden tuzla buz oldu. Uzunca bi süre sustuktan sonra konuştum. Gereğinden uzun sürdü konuşmam. İçeride sigara üstüne sigara söndüren kişiyi çok incittiğimi farkettim. Kapattık sonra... İçeri gittim, ona sarıldım. Gözlerinde soru işaretleri vardı ama hiçbir şey sormadı. O zaten hiç birşeyi sormazdı, sorgulamazdı... Bilirdi kanatlarıma söz geçiremeyeceğini.
Tek birşey söyledim, tek bir cümle...
"Ben gidiyorum, üzgünüm..."


O sırada Yeah yeah yeahs'den runaway çalıyordu... Severim o şarkıyı.

7 Şubat 2010 Pazar

Çıktığın kapıyı hızlı kapatmamak

Önceki yazımda bahsettiğim nedenler ve sonuçlar yüzünden bi süre delirdim. Tırnaklarımın hepsini çatır çutur yedim. Cozuttum dağıttım, toparlamak için uğraşmadım.
Ne iyi ne de kötü oldum bi süre bilincimi yitirmeme yardımcı olacak akla gelebilen herşeyi yaptım. O karanlık tünellere bi kez daha girdim çıkmak istemedim.
Onun heyecanı sonuç olarak 2 gün sonra bitti "kızdan ayrıldım.." diye yazan mesajın inboxıma düşmesi gecikmedi. "Hıh" diyip geçtim bende. Gerçekten acı çekmemeyi bile öğrenmiştim artık.
Bu süreçler içerisinde evsizdim. Yanımda taşıdığım ve kaldığım heryerde bıraktığım bikaç parça eşya ile yaşadım. 1 hafta banyo yapmadan gezdim icabında. İğrençlik veya pislik değil sadece çaresizlik...
Zengin piçlerinden hep nefret ettim. Hele çaresizlik içerisinde rezidansta yaşayan eski sevgilinin kapısını çalmak zorunda kalmaktan daha da çok. Ama sadece uyumak istiyodum.