“Bazılarımız dayanmanın bizi güçlü kıldığını zanneder. Ama
bazen bizi güçlü yapan bırakmaktır.” Hermann Hesse
Bu cümle beni etkiledi evet. 20'li yaşlarım tükenmiş ve
kendimce bir devrin sonuna gelmişken, şu günlerde 20'li yaşlarımdaki
hırslarımı, ihtiraslarımı, inatlarımı, hınçlarımı, öfkemi, nefretimi,
huzursuzluğumu düşünürken buluyorum kendimi. İnanın çoğu da çok saçma geliyor.
Neden bu kadar takılmışım ki… Bırak!
Geçenlerde beni uzun yıllardır tanıyan bir arkadaşım
"bir laf vardır bilir misin let it go, biraz bırak artık" demişti.
Gururla söyleyemeyeceğim, hayatımda hiçbir şeyi bırakmadım. Gururla söyleyemeyeceğim
çünkü bu bırakmama hali bir yandan hayatıma harika bir erdem ve disiplin
katarken bir yandan beni mahvetti, yıktı, bitirdi. Örnek vermek gerekirse
hayatta her işimi tek başıma hallettim ve hiçbir zaman “yapamıyorum” demedim,
diyemedim. Bugün iş hayatımda iyi bir pozisyonum var ise bunu bu bırakmama
kafasına borçluyum.
Ne güzel işte, sakın bırakma diye düşünebilirsiniz. Ancak
öyle değil, bıçak iki taraflı (beyblade.gülücük.). Bana kazık atan kimseyi boş veremedim
mesela. Hayatıma giren kimseden rahat rahat vazgeçemedim. Herkese inatla bağlandım.
Aslında burada “sevgilik” ilişkilerimden bahsetmiyorum. Genel insan ilişkilerim
böyle şekillenmişti. Ben ona böyle imtina ederken, o nasıl..?
Ama tabii dibini görmeyen de sevdiğini göremesin değil mi?
İlişkide terk etmekten korkmadım aslında ama yine de bu terk
edişlerin bile bir anlamı olması gerektiğini zannettim. Bu sabahların bir
anlamı olmalı gibi. İnsanların hayatının bir parçasısın ya hani, insan
hayatının parçasından nasıl vazgeçebilir diye düşündüm. Sen gitmek istesen bile
bazen senin gitmene izin verilmemeli ve sensiz devam edilmemeli gibi tutarsız
bir saçmalık. Oysa öyle değil. Elbette insanlar devam edecek, sensiz bir
hayatları vardı daha önce, bundan sonra da sensiz devam edebilirler.
Böyle yarı bencil varlığımla elbette ki yukarıda belirtmiş
olduğum özlü sözü de kendi hayatım açısından değerlendirdim. Doğru olan geçmişe
takılmak, öfke duymak ve kin gütmek değil. Bu seni yıpratıyor, daha fazla
üzüyor ve en önemlisi devam etmene engel oluyor.
İnan bana günün sonunda herkes devam ediyor. Etmeli de
zaten.
Hayatımın birlikte son bulacağını düşündüğüm ve böyle
olmasını da arzu ettiğim kişiyi hayatımdan çıkardıktan sonra ben de Kübler-Ross
modeli denen “yasın beş aşamasından” geçtim.
1. İnkar
Yok canım arar o beni, saçmalama gidip orada birini bulacak
değil ya, ne demek ayrıldık, yok öyle bir şey, hem zaten bu kaçıncı ayrılık….
2. Öfke
Nasıl beni aramaz? Nasıl birlikte olmak istemez? Nasıl beni
özlemez?
Belasını versin! Hayvan! Yazıklar olsun! Geber!
Benim mutlu olmam gerekiyordu, karma, onun değil…
3. Pazarlık
Tamam, yeter ki gelsin, söz daha güçsüz bir kadın olacağım,
ipleri onun eline vereceğim.
Tamam, barışmayalım ama görüşelim, birlikte vakit geçirelim.
Tamam, benimle olmasın ama kimseyle de olmasın o da yalnız olsun…
4. Depresyon
Uyku, sadece uyku.
5. Kabullenme
Bitti. Biliyorum bir daha gelmeyecek ve gelmesi de doğru
değil zaten. Çok kırdık birbirimizi, yorduk. Artık birlikte güzel değiliz.
Başkasıyla birlikte olmak istiyorsa da başkasıyla birlikte olmalı.