The individual has always had to struggle to keep from being overwhelmed by the tribe. If you try it, you will be lonely often, and sometimes frightened. But no price is too high to pay for the privilege of owning yourself...

Nietzsche

14 Nisan 2014 Pazartesi

10 yıl be 10 YIL

18 yaşımda şehir değiştirdim. İzmir'den kalkıp İstanbul'a geldim. Beni orada tutan pek bir şey yoktu. Buraya çağıran da yoktu ama Üniversite dedik, okul, bölüm, hayat... ver elini İstanbul. İlk başta çok bir şey anlamadım, ilk zamanlar Anadolu'dan gelip Haydarpaşa'da inmiş Emine yavrusu Kezban misali korkaktım. Hangi dolmuşa binmem gerektiğini bile en az 5 kişiye sorardım.

Okulun ilk günü bir çocukla tanıştım. Hatta o Amerikan filmlerindeki sahneler gibi oldu, ders boyunca beni kesti, kesti, kesti... Ben de gülümsedim, gülümsedim... Ders arasında da geldi benimle tanıştı. O zamanlar tabii henüz aşk meşk işleri biz de gelişmemiş. Yaniii yazlıktaki diskotekte bir kaç kısa-masum öpüşmemiz var ama o kadar. O yıllar, kendi hayatımı bir arada tutabilmek için öyle çaba gösteriyordum ki, fanfinifinfon yapacak vaktim yoktu. Düşünün kendi çamaşırımı kendi yıkayan, ütüsünü bile kendi beceren biriydim daha 13-14 yaşında… Yalnız büyüyen çocuklar da başka bir yazının konusu olsun.

Neyse tanıştık biz, daha o gün derslerde yan yana oturmaya, aralarda bahçeye birlikte çıkmaya başladık. Birkaç kişi daha var yanımızda (tabi o İstanbullu, aynı liseden insanlar var tanıdığı) ama benim göz hiçbir şeyi görmüyor. Aptal aptal kıkırdıyorum, of yine çok konuşuyorum. Ne zaman zaten heyecanlansam, hep çok konuşuyorum. Hala kendimi “yeter, bi sus artık” diye uyarırken bulurum bazı bazı. Gün bitiyor, okul da o zaman öğlene kadar falan ah ulan ne rahatmış Üniversite. “Aşağı yürüyecek misin” diye soruyor. gerizekalı gibi “evet bilmemne dolmuşuna bineceğim” diyorum. (Mal karı desene gel şurada bir kahve içelim, tabiii daha starbucksa girsem ne sipariş veririm bilmiyorum, yeniyiz be biraz da safız işte, ürkeklik de cabası… Ah o ürkekliğin bi gıdımının şu an içimde olması için neler vermezdim. Daha az yaşasaydım be, daha az sıçılsaydı ağzıma da bu kadar güçlü olmayaydım. İyi halt oldu öf)

Tam bir centilmen bu arada, türünün son örneği, benimle dolmuşa kadar yürüyor, bindiriyor falan. Ah be evladım, hadi ben geri zekalıyım, bari sen gel bir şey yapalım de… Gerçi mal gibi kesin “yok ben eve gideyim” falan da derdim, nasıl bir Kezban Paristelik aman yarabbi!

Günler arkadaşlığı güçlendiriyor ama serçe parmak, serçe parmağa değmiyordu hani… Ben onun arkadaşlarıyla tanışıyorum, artık 8’den önce eve gitmiyorum. Bak sen bakbakbak 8 ahahahah :) (dipnot- aileden yadigar evde yalnız yaşıyorum, aklımın ucundan geçmiyor “gel bize film izleyelim” demek. “GERİZEKALI!!!) O da aynı süt çocuğu tabiii, eve bırakıyor, o göt oğlanları gibi, “bana kahve ikram etsene ekiekieki” yapmıyor. Haaa gezmelerimiz de madoda dondurma, pizza hutta sınırsız pizza ahahahaha.

Ben tabiii, İzmir’de falan da hep erkeklerle dolandığım, onlarla arkadaşlık ettiğim için fingirdemeyi bilmiyorum, hep bir “naber kanka” ayaklarındayım. Ne yapayım, içimden ölüyorum da dışardan ne yapacağımı bilmiyorum. Bazen bunların yolunu yordamını gösterecek birileri olsaydı keşke demişimdir. Hala erkeklere yanaşmanın doğru yolunu bildiğimi söyleyemem. Neyse bu da daha başka bir yazının konusu olsun.

Bilmemne şarkısını çok sevdiğini söylüyor, ben eve gidip döne döne o şarkıyı dinliyorum. Ölüyorum, açılamıyorum. İlk aşkımı 18-19 yaşımda yaşadım böylelikle sanırım, herhalde başka şeyler yüzünden onu da bekletmiştim, şimdi rahata erince yaşıyordum çılgınlar gibi ve kendi kendime (GERİZEKALI!!!). Ergenler gibiydim, açılırsam beni reddeder, bir daha benimle konuşmaz, alay eder benle falan diye düşünüyorum. Ulan Hukuk Fakültesindeyiz be ne alayı, ne bu ergen tavırlar pof. Gidin eve, sevişin işte aptal.   

Bu arada hayat mükemmel gidiyordu. Okuldan başkalarıyla da arkadaş olmaya başlamıştım, neredeyse 10 kızdan oluşan bir kız grubum da vardı. Koloni gibiydik ve bir nebze popülerdik. Yani okulda tanınıyorduk diyeyim. Eee 10 tane kızı bir araya koyarsan tanınırlar tabii. Seç, beğen, al misali. 2. döneme gelindiğinde, başımda izin alacak kimse de olmadığı için paso geziyoruz, kadıköy senin taksim benim. Biralar gırla gidiyor. Barlardan çıkmıyoruz :) Ev tutmuş başka kızlar da var onlarda falan da kalıyorum hep. Aşk hala içimde gırla devam ediyor tabii. Aynı arkadaş grubundayız hem zaten, kızlı-erkekli ooo!!!... (Üniversite boyunca da hep aynı arkadaş grubunda kaldık zaten)

Neyse, kızlarla Melekler kahvesine gidiyoruz, fal baktırıyorum. “Bu çocuk senin arkadaşın, seni beğeniyor” diye çıkıyor falımda ben ölüyorum, ölüyorum. Kızlara bile hislerimi anlatmam uzun zaman aldı. Onlara da gerçeği anlatamadım hatta, işte ilk tanıştığımızda bir şey hissetmiş gibiydim ama sonra çok iyi arkadaş olduk falan filan diye kıvırtırdım hemen. Pek bir şey demezlerdi, inanırlardı hikayeme.

Olayların buralarda tam olarak nasıl geliştiğini hatırlamıyorum. Anlatmaya kalksam büyük ihtimalle kendime doğru çekerdim, o yüzden çok düşünmüyorum. Ama ilk senenin sonlarına yaklaşmıştık. Bütün sene gezen, tozan bizler için sınav dönemi acımasızdı. O, üst sınıflardan alakasız bir kızla samimi olmaya başlamıştı. Kız büyüktü, buna “kardeşim” falan diyordu. Bu da kıza hayran hayran bakıyordu işte klasikimsi bir hikaye. Ben zaten İstanbul kazanında yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştım. Ürkeklikten eser yoktu, uyuşturucu vardı, alkol vardı, tanımadığım yerlerde uyanmak vardı. Geceden kalma saç baş vardı, akmış makyaj vardı. Çok şey vardı, hiçbir şey yoktu. Aramızda bir boşluk açılmıştı ve sanki her gün biraz daha uzaklaşıyorduk. Bazen ben selam vermesem, o vermezdi bile. Uçurumun biraz kenarındaydım ama dostlar elvermedi düşmeme, sağ olsunlar, var olsunlar.

O iyi kızlar, beni iyi yaptılar, hakikaten topladılar beni. Okulu onlar sayesinde bitirdim derim mesela hep. Çoğuyla da hala görüşürüm. O dönem o kadar iyi anlaşıyorduk ki, kızlardan birinin yanına taşınmıştım. Okulun 2. senesinde benim de biriyle çıkmaya başlamamla artık bizim oğlanla tescilli arkadaş idik ama garip bir şekilde eskisi kadar yakın değildik. Yani diğer kızlarla daha bir yakındı sanki, ya da benim sevgilim var diye mi öyle yapıyordu of hiç anlayamadım. Yıllar içinde “tamamen benim fikrim olmakla beraber” sevgilime de mesafeli davrandığını düşünüyorum. Kaldı ki ikisi de fanatik bir şekilde aynı takımı tutmaktaydı. Hani en azından oradan birkaç konuşma yapmaları gerekiyordu ama 3 yıl boyunca “naber abi”, “iyi abi”den öteye gitmediler. Gerçi erkekler galiba öyle biraz, onların yakın arkadaşlığı da böyle, ya da adamı sevmedi aman ne bileyim hahah :)

Öğrenci evi bizimki olduğu için hep bizde toplanılırdı, herkes bize gelirdi. Hele sınav dönemleri… 10-15 kişi yatardı evde dönüşümlü olarak. Bir grup kalkar çalışır bir grup yatar falan. Böyle gecelerde, odamda, yatağımda yatmışlığı vardır ama hiçbir zaman ne ben ona yanaşmışımdır, ne de o bana. Yine “tamamen benim fikrim olmakla beraber” diğer herkesten daha mesafeli davranırdı bana. Sevmese yani haz etmese benden, herhalde evime gelmezdi diye düşünüyorum ama ben daha yakın arkadaş olmak istesem bile o hep mesafesini korudu. İlk zamanlardaki yakınlığımızı hep özletti bana. Bazı geceler politik tartışmalar veya sınav geceleri en çok biz oturduğumuzda küçük anlara birkaç derin muhabbet sıkışmıştır ama o kadardır. O Freud hastasıydı, ben Nietzsche…

Yıllar içinde o üst sınıftaki kıza hayranlığı devam etti ve hatta diğer herkesin dikkatini çekecek boyutlara ulaştı. Kız da tam şu “herkes beni beğensin ama ben kimseyi beğenmeyeyim”cilerden. Bizimki de kızın yanında pervane. Bizim çocuklar her fırsatta “oğlum sen ne yapıyorsun, bu kız seni kullanıyor” modlarındalar. Bizimki her sefer “abi öyle değil, siz bilmiyorsunuz…” (ANLAYAMAZSINIIIIZZZ!!! hah! yesinler) Ben hem iyi bir arkadaş olduğum için (başka bir ton kötü özelliğim olabilir ama kesinlikle iyi bir arkadaşımdır), hem kimsenin bu kadar üstüne gelinmesine katlanamadığım için, hem de biraz hep içimde olan o ufak, hiç yaşanamamış duygular için savunurdum onu. “Size ne” derdim. “Onların ikisinin arasında olan şey” derdim. Onlar da “biz arkadaşımıza yardımcı olmak istiyoruz, olmaz böyle şey” derlerdi. Sürüp giden bir konuydu bu yani. Bizimki hep sessiz kalırdı, kızı görünce de fino köpeği gibi yanına giderdi. Belki diğer erkeklerin hazmedemedikleri buydu…

Son senenin son dönemine gelindiğinde ev arkadaşımın sevgilisiyle de bu kanka olduklarından ooo bizden çıkmıyorlar resmen. İkimizde bekarız, yıllar sonra. Gerçi o yıllar boyunca hep bekardı da, kaşar olan bendim hah neyse. Gece saat bilmem kaçtır ararlar “şarabı aldık geliyoruz” diye. Ben her gelişinde bu sefer bir şey olur mu dersin be kızım diye kendi kendime heveslenirim. Şöyle bir anda gaza gelinse, yıllar önce de şöyle böyle diye itiraflar olsa diye aptal hayaller işte. Hahah hiç olmadı.

Ardından hepimiz mezun olduk. 6 yıl oldu ama arkadaş grupları, mesleki mecburiyetler, adliye koşuşturmacaları derken hep karşılaştık. Hep konuştuk, birbirimizden haberdar olduk. Dünya küçüktür. Ne zaman sorsalar “hiç içinde kalan biri oldu mu” diye. Hep aklıma geldi. Kimseye de anlatmadım. Onu hiç tanımayan insanlara dahi anlatmadım. Belki çok kötü olurdu ilişkimiz, belki hiç yürümezdi ama insanoğlu işte hep olsa ne olurdu, nasıl olurduyu merak ediyor.

Şimdi bu kız niye bunları anlattı diye düşünüyor olabilirsiniz. Geçenlerde bir sosyal medya mecrasından eklemiş beni. Naber napıyosun muhabbeti yaptık. Askerdeymiş (başka bir sosyal medya mecrasından dolayı biliyordum aslında) neyse 10 günü kalmış. Haftaya gelecekmiş. Bir rakı yapalım izmirliiii dedi. Ne dersiniz olur mu?