The individual has always had to struggle to keep from being overwhelmed by the tribe. If you try it, you will be lonely often, and sometimes frightened. But no price is too high to pay for the privilege of owning yourself...

Nietzsche

27 Şubat 2009 Cuma

bi bar, iki insan

nina gitti..
artık evin duvarları şen kahkahalarla çınlamıyor
birinin peşinden ıslak mendille ağzını yüzünü silmek için koşturmam gerekmiyor
kendime kaldım yine
en düzensiz şekilde devam edebilirim yaşamıma
oh rahat rahat otururum evimde!
ama öyle olmuyor işte
meğer ne alışmışım o minik canavara
çıldırmamak için kendimi meşgul tutmam lazım
..................
2 makina çamaşır yıkayıp dolap diplerine kadar evi temizledim
yapacak bişi kalmayıncaya kadar oyalandım
baktım evde duramıyorum
duvarlar üstüme üstüme geliyo
dışarı attım kendimi
üstümü doğru düzgün giyinmemişim bile
istanbulun belkide en soğuk günü ve ben d-o-n-u-y-o-r-u-m
rezalet bi semtin köhne bi barında bi arkadaşımla buluştum
orda çalışıyor şimdilik
ama büyük hayalleri var
kimin yokki??
duymak istediği şeyleri söylüyorum ona
pek mutlu pek
o ise bana hiç de duymak istemediğim şeyleri söylüyor
hiç mutluyum hiç

aslında beni seviyor
ama sevmiyomuş gibi yapıyor
aslında onu sevmiyorum
ama seviyomuş gibi yapıyorum..

25 Şubat 2009 Çarşamba

morning coffee

starbucksta oturmuş gelmesini bekliyorum
rahat koltuklarda diil bu sefer tahta sandalyelerdeyim
sabahın 7'si
çalışanların bile şaşkın bakışları üstümde
geriliyorum, geriliyorum..
sanki baston yutmuş gibi dik açıyla oturuyorum
önümde en büyük boy, en sert kahve var
akşamdan kalma makyajımı saklamak için
siyah wayfarerlarımı takıyorum
birbirine geçmiş kabarık saçlarımı görünce
"yataktan kalkmış da gelmiş" diyecek
ama umrumda değil
aslında yataktan kalkmadım, çünkü yatmadım hiç
bi süredir yatağıma yabancılaştım
aramıza mesafe koyduk
uzun bi süre yataktan çıkmak istemiyordum aslında ama olmuyor
yatağım beni artık istemiyor
geldi.. karşıma oturdu.. sigarasını yaktı..
bi kaç dakika sessiz geçti
ardından beni neden sabaha karşı 5'te aradığını açıklamaya yeltelendi
açıklamasını istemedim
anlatmasındı bana hiçbişeyi
denemesin beni
yalanlar söylesindi hatta
istemesin beni, bensiz yaşasın
gitsin defolsun.. artık umrumda değil
onun beklentilerinin altında boğulmak istemiyorum
nefes almak istiyorum.. tek başıma..

"tatlım sen kahvemdeki caramel tadısın evet çok şekersin ama ben kahveyi sade severim.."

23 Şubat 2009 Pazartesi

sustum

"konuş" dedi sustum
çünkü milyonlarca fikrim
trilyonlarca sözüm yoktu artık
o uçarı haşarı ufak kız da diildim üstelik
telefonum tir tir titredi özel numara yazıyodu üzerinde
telefonum için bile numarası özel miydi yoksa?
geçmişimden sarsıcı bi hayaletti arayan
bıçak gibi kesti sesi yüzümü
paramparça oldum
o derin kesikleri görmek istemedim
aynayı tek vuruşla yere indirdim
kırıldı..minik minik parçalara ayrıldı eski gıcırdayan parkelerde
kırıkların üzerinde yürüdüm
hiç acımadı
artık acıyı hissedecek bi ruhum yoktu
"hadi bana şarkı söyle" dedi
"şimdi mi?" dedim
"hadi"
"ne söyliyim?"
"en sevdiğini"
"en sevdiğim yok, zaten şarkı söylemek istemiyorum"
"neden hiç benim istediğim şeyleri yapmıyosun?"
Bu soruya binlerce farklı kombinasyonla cevap verebilirdim
yinede sustum
anlattı, anlattı sözcükleri tükenene kadar durmadı ben sustum
ağladı, hıçkırıkları kalbime acı acı saplandı
aynanın kırılan parçalarının deştiği ayaklarımdan kanlar sel olup aktı
sustum
bağırdı, küfür etti, tüm nefretini kustu
sustum
sustum
sustum

benim de hayallerim vardı elbet,anlatacak hikayelerim..
hepsini sende terkettim bi gece
benden vazgeçmeni sağlamak için kendimden ömrüm boyunca tiksineceğim yollara gittim
çünkü ben senden vazgeçemezdim

şimdi konuşursam, seni anlatırsam hissiz bedenimin dört bi yanını acılar saracak yine
seni anarsam ruhum fırtınalarda çaresiz kalacak
seni bi daha yaşarsam ölmüş olmak için tanrıya yalvarıcam
ve biliyorum o beni yaşatacak

bana onu neden aldattığımı sordu
sustum.

22 Şubat 2009 Pazar

vazgeçmek

"ve hayatta herhalde güvenebileceğim yegane insanları da aldattıktan sonra benliğimden geriye ne kaldığını merak etmeye başladım..."

Yine her zamanki kendine özgü ve insanda merak uyandıran uslubuyla yazmıştı. Son yazısı da tıpkı diğerleri gibi onun kişiliğinin imzasını taşıyodu. Ben onu çok daha güçlü sanırdım hep. Yenilmez bi savaşçıydı benim gözümde. Hırçın bir amazon kadını. Oysa içinde gittikçe ağırlaşan yaralarıyla başedemeyen yapayalnız bi kadın varmış.
Hayata karşı verdiği savaşları asla kaybetmeyecek biriydi Zeynep Abla. Kararlıydı, farklıydı ve çok çok güzeldi. Kızıla çalan dalgalı saçları ve yemyeşil gözleriyle daha ilk görüşte insana 'ben burdayım' diye seslenirdi sanki. Yenilgiyi kabul etmezdi. Ben zaten onun hiç bi zaman pes ettiğini görmemiştim. "Ölüm en kolay yol" demişti bana bi keresinde. Ona göre zor olan yaşamak ve savaşmaktı. Evet savaşmalıydın Zeynep Abla..

İlkokula başlayacağım seneydi. Hem okuluma yakın olsun diye, hemde daha sıcak ve daha güzel bi eve sahip olma hayaliyle yeni bir apartmana taşınmıştık. Annem kutuları açma telaşındayken ben yeni evimizin uzun koridorunda odalardan salona koşuşturuyordum. Tüm yorgunluk ve uykusuzluk yerini tatlı bi heyecana bırakmıştı. Pilim çoktan tükenmiş olmalıydı ama ben hala kocaman salonun bi ucundan diğer ucuna parandeler atıyodum. Kapının çaldığını bile duymamıştım. Bi anda karşımda hiç tanımadığım insanları görünce, ürkekçe her küçük çocuk gibi annemin arkasına saklandım. Sonuçta evin salonunda verdiğim gösteriler herkese açık değildi. Eminimki o an domates gibi kızarmıştım. Ben kendimi saklamaya çalıştıkça yeni komşularımız benimle tanışmaya çalışıyorlardı. Aniden kalkanım yok oldu. Annem getirdikleri kurabiyeleri mutfağa koymaya gitti ve ben böylece masal kitaplarındaki perilere benzeyen bi kızın karşısında en utangaç halimle kalakaldım. Gözlerim faltaşı gibi açılmıştı ve pür dikkat onu inceliyodum.

"Ben Zeynep canım senin adın ne? Ay ne şeker şeysin sen böyle!" Peri kızı konuşuyodu benimle. :) İnsanın küçükken sahip olduğu hayal dünyası sınırsız iken büyüdükçe dünya daha yetersiz ve somut bi hal alıyodu. Büyümek için acele etmeye hiç gerek yokmuş. Çünkü küçükken herşey daha basitti, mutluluk benim için salonda atılan parandelerden ibaretti. İşte böyle kısacık ama beynime kazınmış bi anda tanıdım Zeynep Abla'yı. Ben 8 yaşındaydım ve o 17 yaşındaydı. Eminimki ben onun gözünde hep o ufak, utangaç kız olarak kaldım. Hiç büyümedim. O da benim için hep bi peri kızıydı. Asla değişmedi.
Bana hiç bi zaman küçük bi çocukmuşum gibi davranmadı ama. Kim olduğumu veya kim olmam gerektiğini sorguladığım yıllarda hep yanımdaydı. Ergenlik klasiklerimden kendimi odama kitleme numaralarımda içeri girmesine koşulsuz izin verdiğim tek insandı. Çok uzun yıllar o kadar mükemmeldi ki onun için asla böyle bi son düşünemezdim..
O yazdığı sayfalarca muhteşem yazılarına rağmen buruşuk bi kağıttaki 3 satırlık bi notla hayattan vazgeçti.

Neden? Niçin? Nasıl? Niye?...
Beynimde dönen binlerce soru, milyonlarca düşünce... Önce biraz kendimi suçladım. Sonra ona kızdım, korkaklığı için kızdım, vazgeçtiği için kızdım, kızdım kızdım kızdım. İsyan ettim. Bağırdım, ağladım, tonlarca "keşke" dedim, çok düşündüm. Odamın kapısını kitledim ve bu sefer içeri kimseyi almadım.



*Bu yazıyı onun ölümünün hemen ardından yazmıştım şimdi düzeltmeden buraya koyuyorum. Tek bi harfine bile dokunmaya kıyamadım.

20 Şubat 2009 Cuma

friday i'm in love

Daha küçüklüğünde onun-bunun, etrafta boş bulunan ilk insanın eline terkedilen çocuklara karşı koşulsuz bi sevgi beslerim. Özel ilgi meselesi olsa gerek. Ailecek geleneğimizdir birazda. Bağımsızlık.. Küçük yaşta alıştırılırız yalnızlığa. Böylece ilerleyen yaşlarda koymaz değer verdiğimiz insanların çekip gidişleri. Onlar gittiler ve benim o kadar da fazla canım yanmadı hiç. Bağışıklık meselesi..

Şimdi elimi sıkı sıkı tutmuş bu ufacık mavi gözlü kızda kendimi görmemek elimde değildi. Küçük kuzenim ve ben bütün gün sahilde koşturup durduk, çimlerde yuvarlandık. Terledi, sorumlu annecikler gibi sırtına peçeteler koydum terini alsın diye. Garipsedi. Acıkınca mc donalds'dan çocuk menusu aldık. Hemde 2 tane. Oyuncakları da o seçti. Bakkaldan ekmek alıp kuşlara ve balıklara attık. Şen kahkahaları kulağıma müzik gibi geldi. Mutluluğun belkide en saf halini yaşadım bugün. Sevginin en yoğun biçimini..

Eve dönünce sütünü içirdim. Yorgunluktan hemen uykuya daldı. Yatağımda bi melek var şimdi. 6 yaşında dünyalar güzeli bi kız çocuğu. Bana hayatımın en güzel gününü yaşattı. Seni seviyorum Nina.. ve sana söz veriyorum hayatın boyunca kimsenin senin canını yakmasına izin vermeyeceğim. Bu gece ona sarılarak uykuya dalıcam ve belki de ilk defa birine sarılıcam uyurken..
İyi geceler..

18 Şubat 2009 Çarşamba

uyanış

"Beni seviyor musun?"
"Evet" dedi Boris yüzünü buruşturarak
"Neden yüzünü buruşturuyorsun?"
"Çünkü beni rahatsız ediyorsun."
"Neden? Beni sevdiğin doğru değil mi?"
"Doğru."
"Neden bunu hiç kendiliğinden söylemezsin? Daima benim sormam icabeder."
"İçimden gelmiyor. Böyle dalgaların hiç söylenmemesi icap ettiğine inanıyorum."
"Seni sevdiğimi söylediğim zaman hoşuna gitmiyor mu?"
"Hayır sen söyleyebilirsin ama bana seni sevip sevmediğimi sormamalısın."
"Sevgilim nadiren bişeyler soruyorum sana. Çok zaman sana bakmam ve seni sevdiğimi düşünmem kafi geliyor. Ama bazı anlar oluyor ki, senin de beni sevdiğini hissetmek istiyorum."
"Anlıyorum" dedi Boris ciddiyetle,"Ama içimden gelmesini beklemelisin. Eğer kendiliğinden gelmezse hiçbir kıymeti kalmaz!"
"Ama küçük nankör, sorulmadığı zaman içinden hiç gelmediğini sen söylemedin miydi?" Boris gülmeye koyuldu.
"Doğru" dedi. "Beni saçma sapan konuşturuyosun. Ama biliyorsun ki insan birine karşı iyi hisler besleyebilir, ama canı onlardan bahsetmek istemeyebilir."
Lola cevap vermedi. Durdular, alkışladılar ve müzik yeniden başladı...

İnsanlar elbet ölümsüz değillerdir. Öyleyse, toplumun lüzumsuz baskılarına niçin boyun eğerler? Sevmekten ölmeğe kadar fikir ve ifadelerin esiri olmaya ne lüzum var?

Uyanış - Jean Paul Sartre
1964 Nobel Edebiyat Ödülü

17 Şubat 2009 Salı

my sanctuary

Kötüyüm, kötüdende kötüyüm.. Rezaletim biliyorum. Çok çok acımasızım, acımasızlaştırıldım. O sarışın mavi gözlü çocukta bıraktım belki de hayallerimi.. Oysa bu gerçeği kendime bile itiraf edemedim yıllarca. Onunla yaşanan evreyi sildim, attım, hatırlamıyorum.
Duvarları mavi boyalı bi odada tanıdım onu.. Elinde sadece bi parça kağıt ve kurşun kalem vardı. Güneş altın sarısı saçlarına vuruyodu. Bi melek kadar güzeldi. Gözlerini bana dikti ve çizmeye başladı. Hareket edecek oldum, "Kıpırdamaaa!" diye bağırdı. Sesi odada acı acı yankılandı, korktum.. Ne de olsa tımarhanedeki ilk günümdü. Müptelası olmam için daha bikaç yüz kriz ve kutular dolusu ilaç gerekecekti.
Derken oda kalabalıklaştı. Yüzlerine bakmaya cesaret edemediğim insanlar vardı etrafımda. Daha sonra canım ciğerim olacaktı bir çoğu. Delilerin en iyi özelliği saf olmalarıdır. Bi çocuk kadar saftırlar hemde. Zaten belkide tüm hayatım boyunca en ama en çok kendim olduğum evredir orada geçirdiğim zamanlar. Aslında kendimi kaybettiğim veya kaybetmek üzere olduğum için geri dönerim hep oraya. Sığınağımdır benim.
Beyaz önlüklü kabarık saçlı bi kadın içeri girdi. Doktor Pervin ............ yazıyodu sol göğsünün üstündeki kartta. "Bugün grup terapisi yapacağız" dedi. Şimdi olsa grup sözcüğü komik gelirdi. O trajikomik halimde kahkahayı patlatıverirdim. Oysa o zamanlar aklım ermezdi o konulara. Küçüktüm, temizdim, tek derdim kendimleydi. 16'mda tımarhanedeydim. Bi grup deli olarak terapi yapacaktık. Hadi bakalım kim daha deli?!?
Mavi boyalı bi odada hiç tanımadığım insanların arasında oturuyodum. İçimi en ince ayrıntısına kadar dökmem bekleniyodu ve adamın biri gözlerini bana dikmiş durmadan çiziyodu. Sustum, sadece dinledim o gün. İnsanların hayatları gözlerimin önünden geçti. Konuşmaktan çok dinlemeyi sevmeyi orada öğrendim. Doktor bana bi kaç soru sordu ama duymazlıktan geldim. Yerimden milim kıpırdamadan hatta tüm seans boyunca nefes bile almadan oturdum. O çizdi. Başımı öne eğdim, ona bakamadım bile. Utandım, kızardım. Deli olmanın kötü bişi olduğunu sanırdım o zamanlar. Pardon "psikolojik sorunlu" olmanın.
Seans bitti herkes yavaş yavaş dağılmaya başladı. Bense hala yerimden kıpırdayamıyodum. O çizimini bitirdi, ya da ben öyle sandım. Kağıdı buruşturdu, hışımla yere attı. Ancak o odayı terk edince yerimden kalkacak cesareti bulabildim kendimde. Yerden buruşuk kağıdı aldım. Meraktan ölüyordum aynı anda da heyecandan kalbim ağzımın içinde atıyodu. Henüz o duyguların ne olarak adlandırılması gerektiğinden haberim yoktu tabi. Kağıdı açtım. Kocaman kanatları olan bi melek vardı. Yüzü bana benziyodu evet ama aynaya baktığımda ben kanat falan göremiyodum.

Müslüman bi ülkede yaşayıp müslüman olmamak

Adını duyan herkesin ilk sorusu "aaaa Türk diiilmisean?" dir
Oysa bu ülkede doğan, bu topraklarda yaşayan herkes TÜRKTÜR
İkinci soru gelir ardından hemen
"O zaman müslüman diiilseaaan!"
Adımın Ayşe olması isteği bi an için ağır basar
Sonra hatırlarım önemli olan kim olursan ol olduğun kişi olarak mutlu olabilmektir...
Kalabalık ortamlarda bi anda adını söyleyince dikkatleri üstüne toplarsın
Herkes senden çok egzantirik bişiler yapmanı bekler
Üzgünüm ağzımdan ateş çıkaramıyorum :(
"Allah" sözcüğünü kullandığın her anda
ör. Allah korusun, Allahım yardım et, Allah belanı versin.... vb.
İnsanlar bi garip bakar
Ateist de diilim oysaki
"oh my god" mı demeliydim yoksa pardon!
Genelde bütün hayatım detaylı şekilde sorgulanır
7 ceddimi anlatırım
Hikaye çok basit olduğu için nedense tatmin etmez
Çok fazla insan bi anda din değiştirmek istediğini belirtir
Acaba papaza mı benziyorum?!?
Bu devirde farklı olmak lazım ya bi hoşlarına gider herhalde
Dini bayramlarda şıklık olsun diye atılan
"iyi bayramlar cnm" tarzı mesajlar
"salağa bak sanki onun bayramı" muamelesi görür
Bi yerde isim yazdırmak gerekiyosa
ör. restoran, anket... vb.
Gayet basit olan ismimin bi yerlerinden bi harfler türüyüverir
Yavşak bi sırıtışla karşımdaki kişi
"nerdensiniz hanfendü?" sorusunu yöneltir
CEHENNEMİN DİBİNDEN EFENDİM :)
Müslüman olan biriyle birlikteysem en açık görüşlü insandan bile
"ama siz evlenemezsinüüüz" tepkisi gelir
Niye? biz kardeşmiyiz?!?

Aslında bugün bambaşka bişi yazıcaktım ama
Sinirlendirildim yine bi yerlerde
Politik görüşlerimi blogumda sergilemek istemiyorum ama
Cidden sağ bi partinin iktidarda olması özellikle son zamanlarda çok ağır hissedilir oldu
Sadece farklı bi bakış açısını dile getirmek istedim
Amacım kimsenin tepkisini çekmek diiil...

16 Şubat 2009 Pazartesi

Çok uzun zaman önce

O'nunla tam 4 sene çıktım. Bu zaman zarfında iyi bi insan oldum. O bana iyi geldi. Öyle sırılsıklam bi aşk yoktu ama mutluydum çoğunlukla, gençtik, eğlenceliydik.. Denge bana güzel gelmişti.
Sonra zamanla olmadığım biri olmaya çalıştığım gün yüzüne çıkmaya başladı. İçim başka dışım başkaydı. O'nu milyonlarca kere terketmeye çalıştım ama bırakmadı. Belki sonumun kötü olacağını bilirdi. Belki de beni gerçekten severdi. Birbirimizi her geçen gün biraz daha tükettik. O'nu değil aslında hep kendimi aldattım. Sıcak bi yaz günü deniz kenarında bana yalvarırken "git" dedim ona.. gitti.

Bi hafta sonra içimi boşaltmışlar gibi hissediyodum. Alışkanlık insanlık tarihinin en ağır zehriydi. Mutsuz oldum, bocaladım, saçmaladım. Yalnızlığa geceler boyu alışamadım. Oysa artık ne geri dönebilirdim ne de gidebileceğim başka bi yer vardı. Acemiliğimin verdiği zavallılıkla geri dönmeye çabaladım, "olmaz" dedi. İsterse dünyanın en acımasız katili olabiliyordu. Yıkıldım. Oysa o anki ruh halim komik geliyo şimdi. Tükenmiş, bitmiş, ölmüş herşey... Cenaze kalkmış. Yeniden diriltsem bişileri kaç yazar? Usulca yasımı tutup çekip gitmem gerekirdi. Aklım başıma geldiğinde yapabildim ancak. Ama bencildir O. En sevdiği oyuncağı elinden alınmış çocuklara has bi inatla peşime düştü. Ben bi adım yol alamadım. Bacağımdan kıskıvrak yakaladı beni, tutuklu kaldım.

Hayatımda bi tek o zaman yalnızlığıma yenildim. Görünürde yine onundum ama artık yatağımda O değil, bi yabancı vardı sanki. O arkasını dönüp uyurdu, ben sabaha kadar salonda oturur, sigara üstüne sigara söndürürdüm.
Herşeyin bok gibi gittiği barizdi. Berbat bi oyunun içinde sıkışıp kalmıştık. Sanki çok sıkıcı bi filmi izlemek zorundaydık ve film bi türlü bitmek bilmiyordu. Tüm çevremize göre ise biz ufak problemleri olan mükemmel (!) çifttik. Bi süre sonra herşeyi yolunda göstermeye çalışmak için çaba sarfetmez oldum. Böylece O da uzun zaman sonra görmezlikten gelmekten vazgeçti. Beni iyi tanırdı ama hakkını yiyemem. Aslında sussam da herşey apaçık ortadaydı ve o herşeyin farkındaydı..

"Beni artık sevmiyosun biliyorum" dedi. "Evet" dedim. Şaşırmadı ama üzgündü. Yinede bi umut "seviyorum herşey düzelecek" dememi bekliyodu. Böylelikle susarak, tükenmişliği görmezden gelerek, bi süre daha oyunumuza devam edecektik. "İkimizde mutlu değiliz" dedim. Hava buz gibiydi. Titriyodu karşımda. Acımasız değildim, gerçekçiydim. Bu sefer arkama dönüp bakmamam gerektiğini biliyodum. Bakmadım da. Dolmuşa atladım, telefonumu kapadım. İneceğim yerden çok daha önce inip eve kadar uzun bi yol yürüdüm. Düşündüm, rahatlamıştım. Omuzlarımdan ağır bi yük atmıştım sanki. Oysa ben sadece varolanı cümlelere dökmüştüm. O da şimdi olmasa bile zamanla anlayacaktı. Eve yaklaştığımda daha cesur hissediyodum kendimi.

Ev kalabalıktı. Ben hiç maddi anlamda yanlız kalmadım zaten. O zamanlar için dostum sandığım herkes başıma üşüştü. Anlattım herşeyi. Her kafadan bi ses çıktı. Yoruldum. Yatmak için odama kapandım. Oysa hiç uykum yoktu. Bi kaç parça eşya topladım hemen. Sabaha karşı kimse uyanmadan dışarı attım kendimi. Bi grup çenesi çok düşük kıza hesap vermek zor geldi. Aslında herşeyin ötesinde gerçekten yalnız kalmaya ihtiyacım olduğunu farkettim. Sigaramı yaktım. Soğuk ve boş sokaklarda yürümeye başladım. Bi kaç saat içinde kendimi dünyanın diğer ucuna atacaktım.

Kaçtım veya kaçmadım artık önemli değil..

15 Şubat 2009 Pazar

dönüş

son günlerde uzaktım biraz
evime, odama, yatağıma, ait olduğum yere..
tatil iyi geldi evet :)
herşey bıraktığım gibiydi
sanki burada zaman hiç geçmemiş
tüm eşyalar yerli yerinde
astığım çamaşırlar kurumuş tabi onları toplamam lazım

gitmeden önce biriyle görüşüyodum
çok yaklaşma bana demiştim
çok ceset bıraktım ardımda..
ait olmayı hiç sevmem, özgür olmalıyım ben
uçmalıyım, kaçmalıyım
aklıma her nası eserse işte o an onu yapmalıyım..
mutlu olduğunu söylemişti
mutlu olduğu sürece devam etmek istermiş beni görmeye
sonuçta güzel bişi paylaşıyomuşuz
paylaşmak?!? ne romantik :)
ifadesiz bakmıştım suratına
"neyse ben gidiyorum yarın" derken

abartmıyorum beni yok olduğum bu 2 hafta boyunca hergün aradı
hava dedi, su dedi ne biliyim dedi bişiler işte
hiç sıkmadı beni, şaşırdım
alıştım hatta hergün sesini duymaya
ironik geldi !

ne biçim bi çelişki bu böyle
birine aşık olursun, çabalarsın
kul olursun, köpek olursun
telefonda 1 ufak çağrı görmek için deli olursun
o ise asla aramaz
mutlaka bi bahanesi olur
uzaklaşır ardından ortada hiçbir neden yokken çekip gider..

sonra adamın biri çıkar
işimizi hallettik şimdi siktir git dersin
adam bi türlü gitmez (!) yapışır kalır

dün akşamda aradı bu şahsiyet
ne zaman geleceğimi sordu
geyik muhabbetinin orta yerinde bi an durdu ve
"ben senden başka kimseyle görüşmüyorum" dedi
hımmm monogomy how nice :)
sustum sadece kendi kendime gülümsedim
daha öğrenmesi gereken çok şey vardı
ama ona tüm bunları öğretecek olan kişi ben değildim
canını yakarım diye korktum, kaçtım

"ben dönmüyorum" dedim.

12 Şubat 2009 Perşembe

kavgam bitti

çook uzun yollar yürüdüm
çakıl taşlarıyla, tümseklerle, hendeklerle dolu yollar..
çoook insanla karşılaştım yürürken
kimine sadece selam verdim
yoluma devam ettim
kimi için canımı feda ettim
yetmedi..
yolda güzel yüzlerin ardına saklanmış
çirkin ruhlar vardı kimi zaman
güvenip peşlerinden gittim
bazılarının berbat suratlarının ardındaki
kusursuz benliklerinde gezintiye çıktım
önemli olan neye benzedikleri değil
bana ne yapmak istedikleriydi.
sevdim, sevildim, yaşadım, gördüm, nefes aldım,
tükendim, tükettim, sustum, öldüm, yeniden doğdum..
bazen uçurumlara koştum sonunu bile bile
dişlerini geçirmelerine izin verdim pürüzsüz bedenime
savaşmaktan bitap düşene kadar direndim
kendimden arda kalanları parça parça o savaş meydanından topladım
gözlerimden yaş değil kan geldi ama
cesedini leş kargalarına yem olsun diye o savaş meydanında bıraktım

11 Şubat 2009 Çarşamba

who's ur icon?

EDIE SEDGWICK
1943-1971

10 Şubat 2009 Salı

S

Nedendir bilmem senle yaşadığımız günlerden kalan içtiğimiz son vodka şişesini hala saklıyomuşum.. Dellenip ev temizliğine girişince dip-köşe bi yerde çıktı karşıma. Gülümsetti beni (hani şu çok hoşuna giden hafif tebessümüm) Kısa da olsa gerçekten güzel günlerdi..
Vodka redbull olsun ama mutlaka redbull olsun :)
Geri dönüp bakınca sen hep çok iyiydin.. Nazik, sevecen, tatlı. Kötü olan bendim (yine!)
Sen çok uğraştın bişilerin olabilmesi için (belkide gereğinden fazla uğraştın, değmezdi bana)
Çabaladın ama ben olduramadım, beceremedim.
Belkide denemedim bile
Öyle vazgeçmişim ki kendimden
Senin nefes bile almana izin vermedim dünyamda..
Yinede şişeyle karşılaşınca seni görmek geldi içimden bi anda
Hem hala bana bi yemek borcun vardı (unutmadım!)
Bi kaç saniye sonra kendimi telefon numaranı tuşlarken buldum..


Seni yeniden görmek gerçekten iyi gelecek bana.. hissediyorum..

7 Şubat 2009 Cumartesi

Yine, yeni, yeniden

Düşünüyorum da..
Erkeklerin hayatına yeni kadınlar girince hiçbişi değişmiyo
Evet yeni bi ten, yeni bi heyecan var ama o kadar
Futbol, sex, araba üçlüsünde yaşamlarını sürdürmeye devam ediyolar
Oysa biz kadınların hayatına yeni bi erkek girdi mi
Afallıyoruz, hayatımızı anında ters-yüz ediyoruz
Evrim geçiriyoruz
Tüm bunları ne için yaptığımızı bile bilmeden kendimizi baştan yaratıyoruz
Sol göğsümüzün oralardaki kesecik
Beyni ve tüm organları etkisi altına alıyor
Saçmalıyoruz buna bide "aşk" diyoruz
Ardından mutluluk ve zavallılık arasında gel-gitler başlıyor
Hadi hayırlısı..


currently listening- "song for the lovers" The Verve

4 Şubat 2009 Çarşamba

İzmir yaramış mı?

Song of my day - "you talk way too much" The Strokes

Annem "hadi Dubai'ye gidelim" dedi kahvaltıda. Bi an nooooluyoruz?! oldum. Tamam tahtalarında azıcık eksikler olduğunu alem biliyo ama kendi sınırlarını da zorlama anneciiiim :)
Ayşe Arman'a mı özendikki?
(daha yeni geldim bavulum nerdeyse kapıda duruyo yani dikkatinizi çekerim bu arada)
Yok sıcak bi yerlere gidelim istemiş
Çünkü İzmir'de diil Alaska'da yaşıyoruz (!)
(şu anda burada hava 20 derece falan)
Afalladım hakkaten..
Sonra aşağıladı annem beni
"Bi de kendine gezgin dersin, kıçını kaldıramıyosun daha"
Değişiktir annem, çatlaktır kendisi
Ben onu bööle de severim :)



not-bi süre daha nanik pardon manik olucam galiba neeeeyse Hayırlı Günler ;)

2 Şubat 2009 Pazartesi

İzmir izmir..

Kısa bi süre içinde olsa yuvaya dönüş yapıyorum
Zamanı gelmişti..
Şehrimin kokusunu özledim
En evim olan yeri özledim
Kordon'u özledim
Çocukluğumu özledim
Belki Alsancak'ta piyasa bile yaparım ;)

Genelde böyle huylarım yoktur ama
Bu aralar annemi de özlediğimi farkettim
Çok fazla derin özlemlerim olmadı oysa benim hiç
Kendimi birine ya da bi yere ait hissetmedim çünkü asla
Yolculuk için yanıma Gogol'dan Hikayeler aldım
Hem de birinci basım, Mayıs '73
Çok değerli, oldukça vintage :)
Eski bası kitaplara bayılırım
Kokusu bile bi başkadır..
Rus yazarlarına karşı da zaafım var zaten
Bu nedenlerden ötürü şu an için MUTLUYUM!
Aslında güzel müzik ve iyi bir kitap yeter bazen tatmin olmak için
Böylelikle karmaşık hayatıma bi süreliğine de olsa ara vericem
-DEVRE ARASI-



Yine kaçıyorum, ben hep kaçıyorum..

1 Şubat 2009 Pazar

O ve ben

Eve giriyorum, berbat bi koku var. Aslında midem bulanıyor ama gülümsüyorum. Hiç şüphe duymuyor, o zaten hiç birşeyden şüphelenmiyor. Bu kadar mı güvenilir görünüyorum? Sadece susuyorum oysa ki.. Hiç tanımadığım, yerini asla bulamicağım evlere bile girdim. Rahatsız olmak saçma şimdi.
Önce kısa, çabuk. Tavana bakıyorum. Artık neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmiyorum. Kendi yalanımı gerçeğimden ayırt edemiyorum. Batmışım çoktan da farkında mı değilim? Yoksa o büyük kurtarıcım mı?
Bişey yapmak istiyorum. Ne yapmak istediğimi bilmiyorum. Aslında kayda değer hiçbişi yapmıyorum. Anlık mutluluklara sığınıyorum. "Huzur" asla gerçekleşmeyecek bi hayal sadece. Onu mutlu edersem belki bende mutlu olurum diyorum. O havalarda uçuyor ben kendi bedenime yabancılaşıyorum. Ruhumun karmaşasında boğuluyorum. Koynumda 1 değil 1000 kişi olsa da yalnızlıktan kaçamıyorum.
Ona göre herşey yolunda. Beni ne kadar çok sevdiğinden bahsediyor. Bi noktadan sonra kulağıma sadece uğultu gibi gelmeye başlıyor söyledikleri. Hiç anlamıyor, hiç tanımıyor beni. Bu kadar içimdeyken aslında yağ ve su gibi çözünemez biçimde aynı bardakta apayrı hayatları yaşıyoruz. Kafası çalışıyor, aptal değil ama hiç düşünmüyor. Bakıyor ama görmüyor.
Neden bu kadar uzak benden? Neden beni asla olamayacağım bi insana benzetmeye çalışıyor? Onun annesi gibi olmak istemiyorum. Onun ablası gibi olmak istemiyorum. Artık onla da olmak istemiyorum. Çekip gitme hissi ağır basıyo ama hala buradayım. Nedensiz bi şekilde kıpırdamıyorum yerimden.
O anlatıyor, ben susuyorum. Sadece izliyorum yine..